6 Kasım 2008 Perşembe

sargoz, sargos, baltabaş karagöz, karagöz - Diplodus Sargus







Familya: SPARIDAE
Bilimsel Ad: Diplodus Sargus
Türkiye'de bilinen isimleri: sargoz, sargos, baltabaş karagöz, karagöz
İngilizcesi: White Seabream
Türkiye'de Bulunduğu Denizler: ege, akdeniz, marmara, karadeniz (az miktarda)
Barınma: Kayalık, yosunluk, eriştelik, kırmalık sahil şeritleri.
Boy: ortalama 20 cm. 50-60 cm boyunda 3 kg ve üzeri gelenlerine de marmarada tesadüf edilebilir.
Beslenme: küçük kabuklular, yumuşakçalar, yavru balıklar, bazen deniz çayırı gibi bitkisel besinler.

Sargoz için ilginç bir özellik var, bu balık eskiden marmara bölgesinde karagöz olarak bilinirdi. yani ege'nin çift bantlı (diplodus vulgaris) mor kafalı gümüşi karagözü marmarada fazla miktarda bulunmadığı için halk sargoz ismini verdiğimiz balığı "normal karagöz" olarak bilirdi. internet ve görüntülü iletişim kaynakları da olmadığından çift bantlı karagöz sargozun yanında bir arada satılırdı çıktığı zaman.

zaten aslında bakıldığında karagöz ismi sargoza daha çok yakışmakta ve karagöz balığı olarak ilk sefer sargoz adlandırılmış diye düşünmekteyim. çünkü sargozun alın ve kafa kısmı koyu esmer-kahverengi-siyah arasında bir renktir. bir nevi karasurattır. tabi son 20 yılda marmarada sargoz miktarı çok fazla düştüğünden artık bölge insanı karagöz balığı göremez olmuş ve ege den getirtilen çift bantlı karagöz balığı marmarada da iyice ün salmış ve orada da karagöz olarak bilinmeye başlamış. bunda şehirlerarası balık ticaretinin artması (marmara çeşitlilik olarak kurumaya başladığı için) ve internet gibi haber kaynaklarının genişlemesi ve yayılması da bir faktör olmuştur.

sargos, sargoz hep yunan kültürünün isimleridir. aynen kefal, levrek, lüfer, çipura gibi. mesela kefal, "kafa" veya "kafasal, kafa gibi" demektir sanıyorum (sefal, cephalos). yunan kültürü ege'de isim olarak böylece etkisini sürdürmektedir ve marmaraya bu kadar sirayet etmemiştir. örneğin sarpa dediğimiz balığın adı da latince adından gelmekte olup yunanca isimdir ve marmara'da çitari olarak bilinir ki bu da arap kökenlidir. aynı şekilde çipura da yunancadır ve marmarada alyanak adıyla bilinir(di). bunların tek sebebi marmara'nın yunanistan a ege'den daha uzak olması ve kültürel etkileşiminin daha düşük olmasıdır bana göre.

sargozun adının kökenini irdeledikten sonra bir de yan tür, alt tür olayına değinelim;

çeşitli eski kaynaklar marmara'da baltabaş karagöz adıyla bir cins daha olduğunu söylerdi ve kimisi de bu balığa ayrı latince isimler ithaf etmişlerdi. bu tamamen asılsız olup, sargoz biraz irileşmeye başlayınca marmara'nın da dip yapısı ve çeşitli diğer etmenlerden dolayı kararır ve pas-bronz rengi ve irileşmiş koca siyah kafasıyla gerçekten "baltabaş karagöz" ismini hak eder. yani baltabaş karagöz ile sargoz aynı balıktır. Ancak Marmara yöresinde balık daha fazla serpildiği için ve daha ziyade midyeliklerde ve yosunluklarda gezdiği için daha koyu renk olur.

iki örnekle durumu açıklamaya çalışalım;

burada ege'nin sargozu;



bu da marmaranın baltabaşı




bu resim aslında tam baltabaş değil ama rengi çok benziyor, marmarada balık bundan daha açık renk oluyor ama kafasındaki karalık daha belirgin. bu resimdeki aşırı koyuluğa aldanmayın, gece çekimi olduğu için balık kararmış epeyce. ama ege de gece böyle kararmaz, sivri burun karagöz gibi hafif koyulaşıp bantlanır.

(not: marmarada yakalanan ve vurulan bir çok güzel baltabaş resmi bulabilsem de etik kaygılardan dolayı yurt içi benzer forumlardan resim almak istemedim.)

Avcılığı: İri sargozu yakalamanın en verimli yolu tek ve uzun köstekli yemli takımlar hazırlayıp hafif-orta akıntılı kayalık bölgelerde mehtaplı gecelerde demir üstünde avcılık yapmaktır. akıntı çok ise uzun olta gibi üçlü fırdöndülü takım hazırlanır. akıntı gücüne göre köstek uzunluğu 50 cm den 2 kulaca kadar çıkabilir. tek ve uzun köstek akıntılı sularda her daim daha avcıdır. zaten 1 kilonun üzerindeki balıkları bu oltalar daha fazla cezbeder. akıntıda süzülen köstek yemi daha cazip kılar. 3-4 kısa köstekli yemli takımlar durgun sularda daha küçük boy karagözleri tutmak için tercih edilir. ama ben durgun sularda da size hafif gezer kurşunlu tek köstekli takımı tavsiye ederim. kurşun dibi bulduktan sonra köstek mesafesinden 50 cm fazla oltayı yukarı alıp yemin süzülmesini sağlayabilirsiniz. yeminiz suyu alınmış iri midye içi, canlı veya ölü karides veya çeşitli iri boy kurtlar, sulina veya kalamar, sübye eti olabilir. eğer kafadanbacaklılar familyasını kullanmak durumunda kalırsanız bacaklarından kurt şeklinde et kesip iğne ucu açıkta kalacak şekilde oltaya kurt gibi takabilirsiniz. ne yaaprsanız yapın aklınızda her daim bulunması gereken şey; gece yemlilerinde eğer 10-15 kulacı geçmeyen sığlıklardaysanız her zaman demiri akıntıya göre taşın ilerisine atıp çapa ipiyle avlanacağınız taşın üzerine geliniz. yok eğer oltayı akıntı ile taşa gönderecekseniz o zaman yine akıntıya göre geride demir atmalısınız. sığ sularda teknenin tam altına indirilen oltalarınız çok verimli olmayacaktır, teknenin silüeti, sudaki yakamozu ve çeşitli sesler son derece ürkek olan iri karagözleri oltanızla ilgilenmekten alıkoyacaktır.

ve son olarak; sargoz karides, kurt, midye gibi yemleri çok seven etçil ağırlıklı bir balıktır. oltaya çoğu zaman nazlı atlar, ilk küçük tıklamada oltayı kesinlikle oynatmayın, eğer ilk tıktan sonra ikincisi gelmezse oltayı yavaşça yukarı doğru süzüp balığı kıskandırın. yine atlamaz ise yavaşça eski yerine geri koyverin, 3-5 dakika sonra da yeminizi kontrol edin. geceleri çeşitli kayalık, gemi leşi bulunan bölgelerde, mendireklerin açığındaki taşlarda ve bazen de kumluk-kırmalık sahillerde mehtapta çok güzel avı yapılabilir. eti beyazdır ve kayalık yerlerde yakalananları makbuldür. çamurluk alanlarda yakalanan sargozların eti biraz çamur koktuğundan o kadar da makbul değildir.


benim bu balığa naçizane isim tavsiyem: Karabaş Karagöz. mesela istakaroz, skatros, maviş vs denen balık için de türkçe olarak "Alagöz" ismi verilebilir.

LEVREK BALIĞI Percifonnes Dicentrarchus labrax Serranidae

LEVREK BALIĞI

Percifonnes Dicentrarchus labrax Serranidae

Av yerinden yemine, av zamanına ve avlanma tekniğine kadar deneyim isteyen bir balık olan levrek, son derece kıvrak ve kurnaz bir balıktır.
Levreğin av mevsimi her ne kadar mayıs ortası-eylül sonu olarak tespit edilmişse de kasım, aralık, ocak ve şubat aylarında kısa akışlar yaptığı için aralıklı olarak av verebilir.
Levrek Serranidae familyasından olup, bilimsel adı Dicentrarchus labrax’tır. Avrupa levreği diye adlandırılır ve İngiltere sahillerinde, Kuzey Afrika, Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz’de bulunur.
Levreğin küçüklerine halk ağzında “ispendek” adı verilir. Marmara ve Karadeniz’de 15 kiloyu bulan levrek balıkları, Ege ve Akdeniz’de 20 kiloya kadar ulaşırlar. Ancak en lezzetli olanları 1-2 kg. arasındakilerdir. Zaman zaman otuz-kırklık sürüler halinde dolaşır ve üst üste av verebilirler. Çok sığ, kırmalık ve sazlık, kuytu, sessiz yerlerde dolaşırlar. Kışın dibe yatıp oldukça hareketsiz bir halde dururlar. Yunus balıklarının başlıca yemlerinden oldukları için açık sulardan kaçıp sığ sahil sularında yaşamayı tercih ederler.
Füze şeklinde olan gövdesi yan taraflarından biraz basık olup derileri iri, parlak, iyice yerleşmiş pullarla kaplıdır. Çok lezzetli olan levrek balığı gerek ülkemizde ve gerekse Avrupa’da en makbul balıklar arasındadır. Levrek yerli balıklar arasında sayılmakta ise de, bazı sürüler ilkbaharda Akdeniz’den Marmara’ya, Marmara’ da bulunan bazı sürüler de Karadeniz’e çıkış yaparlar. Sonbaharda da iniş aynı şekilde olur.
En sevdikleri yemler, ilarya, sardalya, ispari, pisi, gelincik, dil balığı, yılan balığı yavrusu, aterina ve kraça gibi balıklar ile sübye, karides ve çağanozdur.
Levreğin en fazla av verdiği saatler güneş çıkana kadar gün ağarırken ve güneş batışından hemen sonradır.
Yoğun deniz trafiği, gemilerin yaptığı yakamoz, pervane gürültüleri zaten hassas olan bu balığın İstanbul Boğazı’ndaki av yerlerinden uzaklaşmasına sebep olmuştur. Ayrıca kıyılarımızda cahilce atılan dinamitler ve deniz kirlenmesi levreğin azalmasına bir diğer sebep teşkil etmektedir. Dinamitle balık avlamak bir av tekniği değil bir cinayettir. Bilinçsizce ve hırsla yapılan bu tür hareketler sadece levreğin değil birçok balık türünün yok olmasına yol açmıştır. Akdeniz ve Ege’mizin o güzel sahillerinde beş-on yıl önceki yerli balıklar bu tür ilkel avlanma sonucu yok edilmiştir. Balıkçılıkta amaç yok etmek değil, mevsiminde ve aşırı olmayan bir şekilde avlanmaktır. Dünyanın pek az ülkesine nasip olan bu zenginliği bilmemiz, düşünmemiz, anlamamız ve korumamız gerekir.

Levrek Balığının Avlanma Teknikleri:
1. Dip sürtmesi
2. Uzun olta (yemli)
3. Uzun olta (kaşıkla, yapay yemle)
4. Levrek çaparisi
5. Bırakma oltası

Dip Sürtmesiyle Levrek Avı:
Levrek ayında kullanılan klasik takım dip sürütmesidir. Kelebeğe (mantara) 50 kulaç uzunluğunda 0.60 numara yeşil veya parlak sarı renkte misina sarılır. Takımda kullanılacak misina balığın büyüklüğüne göre kalınlaştırılıp inceltilebilir. Örneğin 5 kg.’ın altında levrek balığı için 0.45 olta, 0.40 ek beden, 0.35 beden kullanılabilir. Ol- ta bölümünde kullandığımız 0.60’lık misinanın ucuna 20 mm’lik fırdöndü takılır. Fırdöndüden olta bölümüne doğru 2 karış mesafe alınarak misinaya 2 gr. ağırlığında çok küçük bir kıstırma sarılır veya takılır. Av sırasında sular çırpıntılıysa bu kıstırma, bedenin dipli gelmesine yardımcı olacaktır. Fırdöndünün boş halkasına ek beden olarak yarım kulaç uzunluğunda 0.50 misina bağlanır ve bu misinaya 20 mm’lik ikinci bir fırdöndü takılır. Fırdöndünün diğer halkasına 4 - 5 kulaç uzunluğunda 0.45’lik misinayla beden bağlanır. Bu bedenin ucuna da 2/0 - 3/0 veya 4/0 numara çelik, parlak çıplak iğne bağlanır. Sürütme takımında kullanılan başlıca yem karidestir. Canlı ve iri karides kullanıldığında çok iyi sonuç alınır. Yem oltaya takılırken, karidesin baş ucu ve yelpaze biçmindeki kuyruğu kopartılır. İğne karidesin kopartılan kuyruk bölümünden baş bölümüne doğru yürütülür ve ucu ense kökünden çıkartılır. İğnenin dışarda kalan ucu ikinci karidesin kuyruk bölümündeki ilk oynağın ortasından geçirilir. Böylelikle iğneye çift karidesle yem takılmış olur. Takımı hazırlayıp av yerine gelindiği zaman bir kişi takımı kullanır, diğeri küreğe oturur. Burada en önemli husus sessizliktir. Levrek çok ürkek bir balık olduğu için sandaldan veya küreklerden gelecek ses onu ürkütüp av mahallinden uzaklaşmasına sebep olabilir. Seçilen av yeri çok sığ sulardır. Kürek üstünde sandal hareket halindeyken olta 35 kulaç sayılarak yavaşça suya koyverilir. Burada maharet yemin dibe erişmesini sağlayacak biçimde akıntıyı ayarlayabilmektir. Kürekle çok ağır yolla gidilirken, oltayı kullanan kişi kürekteki arkadaşının kürek hareketine paralel olarak oltayı yarım kulaç kadar hafifçe kendine doğru çeker ve bırakır. Balık tutulduğu andan itibaren oltanın ustaca kullanılması, telaş edilmemesi, yerinde kalama verilip, yerinde sandala doğru çekilmesi ve hiçbir zaman boşluk verilmemesi lazımdır. Levreğin solungaç kapağı jilet gibi keskindir. Bu yüzden oltaya boşluk verildiği takdirde balık, bedeni solungaç kapağının altından geçirip kesecektir. Sandalın yanına kadar çekilen balık, kepçe veya kakıçla içeri alınır. Levrek nadide ve görünümü çok güzel bir balık olduğu için kakıçla zedelemektense, kepçeyle içeri alınması daha yerinde olur. Çok taze olınak şartıyla aynı takıma sardalya, aterina, mürekkep balığı da yem olarak takılabilir. Ayrıca çift karidesin iğneye diğer bir takılış şekli vardır. Her iki karidesin de baş bölümündeki sivri uç koparılır. İğne baştan kuyruğa doğru itilir ve kuyruk bölümünden çıkanlır, ayni işlem ikinci karidese de yapılır ve iğnenin ucu kuyruğun üstündeki birinci bölümden çıkarılır. Her iki şekli de denemekte fayda vardır.

Levrek Avı İçin Uzun Olta Çeşitleri:

Lüfer ayında kullanılan uzun olta talumının bir benzeri de levrek ayında kullanılır. Balığın büyüklüğüne, suların akıntısına ve takılacak yemlere göre levrek ayında kullanılan uzun oltalar da değişir. 2 kg.’ın altında balık için şayet yem olarak karides kullanıyorsak ve akıntı hafifse aşağıda belirttiğimiz tip takım tercih edilir. Av sırasında motor, sulara karşı yavaş çalışır. 30 kulaç uzunluğundaki 0.50 parlak beyaz misina bir mantara sarıldıktan sonra ucu 20 mm’lik çok sağlam üçlü fırdöndünün üst halkasına bağlanır. 2 karış uzunluğunda 0.60’lık parlak beyaz bir misina da aynı üçlü fırdöndünün alt halkasına bağlanır. Bu misinanın ucuna takılacak iskandil için bir kasa yapılır. Fırdöndünün yatay halkasına ise 4.5 kulaç uzunluğunda 0.40 sarı veya açık yeşil misinadan bir köstek takılır. Kösteğin ucuna da 4/0 numara kısa saplı çelik bir iğne bağlanır. Karides canlı veya cansız olarak bu iğneye kuyruk tarafından başa doğru itilerek döndürmek suretiyle takılır.
2 - 10 kg. arasında levrek için şayet yem olarak canlı gelincik, ispari, ilarya veya yılanbalığı kullanıyorsak ve sular da kuvvetliyse takım daha değişiktir. Av sırasında motor sulara karşı çalışır durumda ve akıştadır.
100 metre uzunluğundaki 0.70 parlak beyaz misina kelebeğe (mantara) sarılır. 7mm. çapında çelik sustalı bir halkaya üç adet 30 mm. büyüklüğünde fırdöndü geçirilir. Birinci fırdöndünün boş halkasına 3.5 kulaç uzunluğunda 0.60 numara misina bağlanır. Bu misinanın ucuna 25 mm’lik bir fırdöndü takılır. Fırdöndünün boş halkasına 4.5 kulaç uzunluğunda 0.60 numara bir köstek, kösteğin ucuna da 6/0 numara kısa saplı, çelik iğne bağlanır. Iğneye de aşağıda belirtilen usullerde yemler canlı veya cansız olarak takılır.
Çelik sustalı halkaya takılı üçüncü fırdöndünün boş halkasına 35 cm. uzunluğunda 0.70 numara misina bağlanır ve ucuna kasa yapılarak 1 kg’lık bir iskandil geçirilir.
Gündüz avcılığında ise yem yerine 4.5 kulaçlık kösteğe birbirine çelik halkayla eldenmiş sadece birinin ucunda üçlü iğne olan 2 no. uzun, yaprak şeklinde Fransız tipi kaşık bağlanır.

Levrek Çaparisi:

Levrek için bir başka avlanma usulü de çaparidir. Levrek çaparisinde 0.40’lık on iki adet köstek kullanılır. Beden san veya yeşil renkte misinadan olup 0.60 numaradır. Köstek uzunlukları 35 cm. olup iğneye bağlanan uçlarına sarma düğüm (çift düğüm) yapılır. İğneler 8 no. ‘dur. İğnelere horozun kırmızı ve beyaz renkte boyun tüylerinden beş adet veya kazın kınaya batırılarak parlak turuncuya boyanmış göğüs tüylerinden üç adet bağlanır. Köstekler, sağlı sollu puntolanmak suretiyle bedene tespit olunur. Kösteklerin birbirine olan mesafeleri 10 cm. ‘dir. Olta 40 kulaç uzunluğundadır. Kullanılan iskandil ise sulara göre 120 - 160 gr. ağırlığındadır. Av yerine gelindiğinde 1 mil süratle giden motordan olta 35 kulaç salıverilir. Balık oltaya atladığında motor durdurulur ve olta yavaş yavaş çekilerek levrek tekneye kepçe yardımıyla alınır.

Bırakma Oltası:

Levrek avında verimli sonuç verebilecek bir yöntem de bırakma oltasıyla avlanmaktır. Bu tür av şekli amatör balıkçıya bırakmaları suya koyverdikten sonra diğer bir av mahallinde avlanma fırsatı tanır. Amatör balıkçı avını bitirdikten sonra levrek için bıraktığı oltaları toplar, kontrol eder, balık tutulmuşsa tekneye alır, yem bozulmuşsa yemi tazeler. Gün veya gece boyunca dört defa kontrol edip yeniden bırakabilir. Görüldüğü gibi bırakma oltası levreğin kendi kendine yakalanmasını sağlar.
Takım şu şekilde hazırlanır: Bu tür takımlar 1-1.5 kulacı geçmeyen kırmalık, taşlı ve sazlık kıyılarda kullanıldığı için 40 x 40 cm.’lik ortası delik bir mantar veya köpük (streapor) parçasına 0.80 kalınlığında misinayla sıkıca bağlanır. Suyun derinliği ölçülerek misinaya 1.5 kulaçlık bir kalama verilip ucuna 1 kg. ağırlığında ortası delik yassı bir taş bağlanır. Yine bu taşın deliğinden geçirilerek bağlanan 25 kulaç uzunluğunda 0.60 kalınlığında yeşil veya sarı renkteki bedenin ucuna 13 mm’lik fırdöndü takılır. Fırdöndünün boş halkasına küçük çelik bir halka geçirilir, aynı halkaya içine fırdöndü gömülmüş 120-160 gr. ağırlığında bir iskandil takılır. Yine aynı çelik halkaya bir fırdöndü daha takılarak, bunun boş halkasına 0.50 kalınlığında ve yarım kulaçlık yeşil veya sarı misina bağlanır. Misinanın diğer ucuna 13 mm’lik bir fırdöndü takıldıktan sonra fırdöndünün boş halkasına 3.5 kulaç uzunluğunda 0.50 kalınlığında yine sarı veya yeşil renkte bir köstek takılır. Kösteğin ucuna da 5/0 veya 4/0 numara iğne bağlanır.
Kullanılacak yemler ise canlı olmak şartıyla ispari, ilarya, yavru yılanbalığı, gelincik veya iri karidestir. Levreğin geçiş yaptığı, yemlendiği av yeri tespit edildikten sonra ucunda canlı yem olan köstek yavaşça suya koyverilir. İskandil de yavaşça koyverilip dibi bulduktan sonra beden suya bırakılır ve ardından taş dibi bulur. Suyun derinliğine göre olta mesafesi ayarlanıp taşa bağlı misina dipten su yüzeyine dikey kalabilecek şekilde şamandıraya bağlanır ve şamandıra da suya bırakılır. Oltayı bırakan kişiye kürekteki arkadaşı hafifçe kürek çekerek yardım eder.
Bu şekilde hazırlanmış on-on iki, arzu edilirse daha çok bırakma takımı suya bırakılır ve yalan bir av mahalline gidilir. Levrek son derece kurnaz bir balıktır. Ancak sığ suda iğneye takılmış şaşkın şaşkın dolanmakta olan canlı yeme dayanamaz ve atlar. Işte bu sırada ilk tasma ve iğnenin balığın ağzına batmasını sağlayan ağırlık kösteğe bağlı iskandilden gelir. Daha sonra levrek sağa sola sert yüzüşler yapmaya başlayınca 1 kiloluk taş ve ağırlığı onu yorar. Yeniden bırakmanın olduğu yere gelindiğinde balık kayığa yavaşça kepçe yardımıyla alınır. Avlanma elle yapılmadığı için levrek yakalanınca oltaya istediği kalamayı verdirtip misinayı kulak arkasına atarak jilet gibi keskin solungaç kapaklarıyla kesebilir.

İSTAVRİTLE LÜFER AVI İSTAVRİT TAKIMI

Pek te bilinmeyen bir takımdan da müsadenizle ben bahsedeyim. Malum uzun olta ve zargana harici lüfer gündüz vakti pek yemli av vermez. Ancak gündüz vakti de tekneden demirde lüfer yakalayabileceğimiz bir takım var. Tabiki canlı yem, ama nasıl ... Bunun için ben ve bir kaç abim uğraştık kafa yaplattık ve çok iyi işleyen bir takım türettik diyebilirim.




Canlı İstavrit takımı Takım bildiğimiz tekne zokasının canlı istavrite uyarlanmış modeli. En büyük incelik gaga için kullandığımız iğnenin çok ufak bir 5-8 gr lık zokadan oluşuyor olması. 7-8-10 cm lik (istavritin boyuna göre) boşluktan sonra da balığı yakalayacak olan asıl iğnemizi bağlıyoruz. Açıklayıcı olsun diye yaptığım takımları resimleyerek koymayı uygun gördüm. Peki neden boş iğne değilde minik zoka ? Bu zoka canlı istavritimizin gaga ağız kısmında duruyor ve balığımızın çok fazla gezerek bedene dolanmasını aşağı yukarı fazlaca hareket etmesini engelliyor istavrit aşağı iniyor ve kalması gereken suda gezebiliyor ancak. Zaten tecrübe ettiğinizde farkı anlayacaksınız. Bu takımda lüfer yemimizin yanına geldiğinde aşağıdaki istavrit deligibi oynamaya başlıyor. Bu aşamada çok dikkatli olmalı ve yukarı doğru kaçan balığın yarattığı boşluğu almak için oltanızla ala vere oynamanız gerekiyor. Yoksa lüfer canlı yemi boşluğun yiyor ve siz hiç anlamıyorsunuz. Bu benim başıma geldi. Bu yöntemle tekneden bu sene gündüz gündüz öğlen vakti lüfer aldık hemde epey. Yaprak şak şak yeme tık demiyordu lüfer seçiyordu ama canlıyı affetmedi gündüz. Çok önemli bir takım. Gagalık zokayı istavritin önce alt sonra üst gagasındna geçiriyoruz ve sağlamca sabitliyoruz daha sonra asıl iğnemizi istavritin kuyuruğna yakın yerdne sırtından bir defa geçiriyoruz, canlı yemimizi suya salıyoruz, zedelemezsek balık 1 saatten fazla yaşıyor. ve takımımızın daha üstündeki kıstırma kurşunlara birlikte aşağıiniyoruz yerden bir kulaç kadar kaldırıyoruz yahut yarım kulaç. Yalnız tekrar söylüyorum o gaga iğnesini zokasız iğne yapmayın mutalaka zoka iğne olsun. zokasız yapıldığında istavrit çok geziyor ve malesef olta çok karışıyor. Bu da bir tecrübe riayet ederseniz iyi olur.




İstavrit çok oynadığı zaman yukarı kaçıyor boşluk yapabiliyor o boşluğu iyi kullanmanız gerekiyor boşluüğa müsade etmeyin yoksa benim gibi bu resimle karşılaşırsınız. Ben ilk sefer çok acemiydim sonra teker teker topladım lüferleri bu takımla.

Ayrıca örnek olması açısından kendi hazırladığım zokalarıda beğeninize sunmak isterim, zokaların üzerinde iğne bağlarında zoka diplerinde kırmızı ibrişim, hırsız bağlarında dyneema kullanmak gibi ayrıntılar var ancak resim kalitesi açısından pek belli olmuyor.


Zokalarınız kesikin olsun..

LÜFER AVCILIĞI




Lüfer, çinekop, sarıkanat, kofana olarak bilinen balıkların ortancasına verilen addır. Hemen herkesin bildiği gibi, bu balıklar aslında aynı balık olmakla birlikte büyüklüğüne göre adlandırılırlar. Bunlar hemen herkesin bildiği hususlardır.

Ben burada Lüferin huyunu tüyünü anlatmayı daha uygun görüyorum. Lüfer, denizlerde yaşayan en hırçın ve saldırgan balıklardan biridir. Sürü halinde gezer, ama bu durumda genelde birbirini kovalayan lüferlerden bahsedilebilir. Sürü davranışı diğer balıklardan farklı olarak topluca avlanma, avcıdan korunma değil, aslında nerdeyse birbirini yeme amacını güder. Saldırma dürtüsü, bilhassa parlak olan herşeyi parçalayıp yeme hırsını getirir. Kendi hemcinsleri de bu tarife uyar ve yakınındakine planladığı saldırı için onun istikametine yönelir. Bu esnada onun bir diğer lüfer olduğunu farkedip nispeten çekingen davranır. Kısacası, lüferlerin sürü halinde gezinmeleri, diğer balıklardan farklı bir strateji gereğidir.

Böylece biraraya gelen sürü tam anlamıyla gözü dönmüş bir canavar sürüsünü andırır. İlk fırsatta büyük olan küçük olanı parçalamaya meyillenir. Bu esnada ortada saldırmaya uygun başka bir şey görürlerse, ilk gören ona yönelirken, diğerleri ilk göreni belki gafil avlarız niyetiyle peşine takılır. Tam bir aranma davranışı ile peşinden gider ve sürü halinde saldırıya geçerler. Bu sayede yunuslar gibi iri balıkları bile püskürtebilirler. Bu ilginç sürü davranışı lüferin önce tek tük, sonra birden çok sayıda ortalıkta olmasını getirir. Yenebilir gibi duran bir şeyler ortamda azalınca, sürü orayı terkeder. Bu arada çoğu zaman, kendi hemcinslerinden bir kaçını da mideye indirmiş olurlar. Bu davranış nedeniyle, sürüleri yoğun değildir. Genelde seyrek bir sürü olurlar. Ayrıca lüfer büyüdükçe birbirine saldırma eğilimi pek azalmaz. Büyük bir balığın yanında küçük bir balık demektir bu, malum büyük balık küçüğü yer. Sonuçta sürüler büyüklüklerine göre gruplar haline gelir. İyice büyüyenleri ise yakın olmak hem av bulmayı güçleştirdiği hemde yem olma riski yüzünden gruplaşamaz. Bu, çinekoptan kofanaya doğru balık büyüdükçe sürülerin küçüleceği anlamına gelir. Sırtıkaralar ise çoğu halde tek başına gezerler. Doğal dürtü olarak kendi büyükleri ve iri balıklardan kaçarlar. Fakat bu kaçış esnasında bile saldırganlıklarından bir şey kaybetmezler. Önlerine çıkacak herhangi bir balık sürüsünün tek şansı, öndeki lüferler bir kaçı ile uğraşırken diğerlerinin bu öncü lüferlerin üzerine yürümesidir. Bu sebeple büyük palamut, istavrit vs. sürüleri lüfer saldırılarından bir kaç zayiatla kurtulabilir. Fakat, bazen lüferler bir şekilde sürünün tam karşısına çıkar. Bu durumda tam bir kıyım yaşanır. Lüfer, karnı doysa bile, önüne gelen diğerlerini parçalamaktan geri durmaz diye söylenir. Halbuki durum biraz daha farklıdır. Lüfer, yeme saldırır, bir ısırık koparıp yemden uzaklaşır. Eğer yenecek balık bolsa birer ısırık alınmış olan kurbanlar lüferin gerisinde kalanlar olacaktır. Elbet bu esnada kendi hemcinslerinden bir kısmıda tufaya gelir. Bilhassa kayıkla avlanırken birden ortalığa kavun kokusu gibi bir koku yayılır. Bazen bunu denizin yüzeyine çıkan balık kafaları takip eder. Bu, takımı değiştirip lüfer takımına dönmek gerektiğini gösterir. Zaten lüfer saldırısından hedefiniz olan palamut veya diğerlerinin orada kalması imkanı olmaz. Av sürüsü kadar kendi hemcinsleriyle de uğraşmayı sevdikleri için, lüfer sürüsü uzun bir süre altınızda kalacaktır. Lüfer, denizlerimizde yaşayan en hırçın saldırgan olarak, yakalaması en kolay olan balıklardan biridir.

Bir refleks olarak parlak olan herşeye saldırır. Fakat keskin dişler ve güçlü boyun kaslarına sahiptir. Bu sebeple yeminizi tek ısırıkta koparıp gidebilir. Ayrıca, bir şekilde iğneye denk geldiği anda, kaçmayı düşünmez. Tersine misinaya doğru ilerler. Bu durumda çoğu zaman misinayı kesip oradan uzaklaşır. Bu davranışları, diğer balıkların aksine lüferlerin, ilk vurma anından sonra oltada pek fazla hissedilmemesine sebep olur. Eğer tipik bir misina kullanıyorsanız, hızla çekerek kesmesini engellemeniz gerekir. Tipik olta avından farkı buradadır. Lüfer, bilhassa sonbahar/kış döneminde göçe başlar ve atlantiğe kadar yayılır. Bu esnada yağlanmış olur. Baharda bir kısmı geri dönmeye başlar. Geri dönen balıklar daha yağsız olur. Bu nedenle yemek için kış başlangıcındaki lüferler tercih edilir. Lüfer yakalandıktan sonra hızla besin değerini kaybetmeye başlar. Hava sıcaklığına bağlı olsa da, 3-4 saatten sonra lezzeti kaybolur. Bu yüzden mümkün olduğunca taze yenmelidir. Yazın tutulan lüferler de ya canlı tutulmalı, yada derhal buza konmalıdır.

Bu halde, bilhassa çinekop boyunda olanları kışın gerçekten en lezzetli balıklardan birisi olur. Kendine özgü nefaseti, hafif balıksı kokusuyla yemeye doyum olmaz. Fakat, ağla tutulup 8-10 saat sonra satılan balıklar aynı lezzeti vermez. Lüfer gibi bazı yırtıcı balıkların önemli bir sorunları vardır. Bunlar, yedikleri balıktan aldıkları bazı zehirli civa bileşiklerini vücutlarında tutarak biriktirirler. Civametil de bunlardan biridir. Bu tür balıkları insanların yemesi halinde, bu bileşik insanda da birikir ve belli bir miktara ulaşınca etkilerini göstermeye başlar. Bu zehirin etkisi resmen delirme ile başlayan ve ölüme uzayan bir semptomu başlatır. Bu yüzden lüfer gibi yırtıcı balıkların takibi gerekir. Ülkemizdeki uygulama pek belli olmasada bazı ülkelerde bazı dönemlerde lüfer yenmemesi çağrıları yapılmıştır. Lüfer, bu açıdan en az riskli balıklardan birisidir. Genede ilgili kaynakları takip etmek faydalı olacaktır. Çinekop, bu açıdan hemen hemen zararsız denecek kadar az civaya sahiptir. Ama kofana gibi iri türler biraz tedirginlik yaratabilir. Lüfer'in dünya çapında ana üreme bölgelerinden biri Karadeniz'dir. Karadenizin diplerinde yaşam yok. Bu yüzden civa döngüsü pek işlemiyor. Böylece Karadeniz'den çıkan çinekopların civa taşıması pek ihtimal dahilinde değildir. Lüfer, düzenli göç alışkanlığına sahip değildir, Atlantik'te ABD'ye kadar ulaşabilir ama bir kaç yıl geri dönmeyebilir. Bu bölgedeki lüfer ve daha büyük türler bu açıdan belli ve bir kılıçbalığına göre daha az bir riske sahiptir. Bu, bilhassa ABD kaynaklı "Durun lüfer (bluefish) yemeyin" uyarılarında akılda tutmak gereken bir husus olacaktır. 2005 sonu itibarıyla, dünyanın hiç bir yerinde lüfer için benzer bir duyuru bulunmamaktadır. Sorun, bir öğün balık yemek değil, defaten yenen balığın vücüdundan alınan civanın birikmesidir. Bu sebeple konuyu büyütmek hiçte akıllıca olmasa da yapılacak uyarıları da dikkate almak faydalı olacaktır. Bu noktada, önemine istinaden, yılda bir-iki defadan fazla kılıçbalığı yemeyin. Köpekbalıklarından uzak durun. Tek öğünde yiyeceğiniz bir köpekbalığı, camgöz vs. sizi öldürmeye yetebilir. Köpekbalığı yediği için ölenlerin sayısı, köpekbalığı saldırısında ölenlerden çok fazladır ve sebebi civa bileşikleridir. Lüfer için kullanılacak takımların çok bir ekstra özelliği yoktur. Olması gereken tek koşul, takımın parlak olmasıdır. Sıklıkla kullanılan mantarlı takımlar, üzeri parlak bir kağıtla sarılmış mantara kısacık mesafeyle takılmış bir iğneden ibarettir. İğneye yem takılır, mantar öbür taraftan bedene bağlanır. Bu halde mantarı kaldıran suyun kaldrıma kuvvetiyle mantar bağlı olduğu yerden yukarı doğru yem gelecek şekilde suda kalır. Bu mantarın iki görevi vardır. Öncelikle parlaklığıyla balığı kendine çeker. Mantar ne kadar iyi ışıldıyorsa o kadar çekici olur. Lüfer bu parlaklığı görüp saldırıya geçince koku onu yeme yönlendirir. Yem yukarıda mantar altta dururken çoğu durumda lüfer yeme yukarıdan ani bir saldırı yapar ve iğneyi kapar.

Fakat bu anda diğer balıklar gibi kaçmaya değil, çekildiği yöne saldırmaya başlar. İşte mantarın kritik görevi burada ortaya çıkar. Lüfer mantardan yukarıya erişemez. İğne ile mantar arasında mümkün olan en kısa mesafe sağlanır ki, lüfer mantarın dibinden misinayı kesemesin. Mantarı dişleyen ama esnekliği yüzünden diş geçiremeyen lüfer gene uğraşır, yukarı çıkmaya çalışır. Tipik misinalarda bu durumda önce sert ve tek yada bir kaç kısa darbeli vuruş hissedilir ve arkası kesilir. Sanki oltada av yokmuş, kalmamış gibi bir izlenim bırakır.Çünkü lüfer kösteğin boşluğunu almış onu kesmeye çalışmaktadır.

Eğer dyneema gibi bir misina kullanmışsanız, bu halde bile oluşan titreşimler kamışa yansıyacaktır. Fakat, diğer balıklarda olduğu gibi titreme değilde, tek ve seyrek vuruşlar gözlersiniz. Ayrıca darbeler çok zayıftır, sanki bir kıraça yakalanmış gibi olacaktır. Çekerkende çoğu durumda pek ağırlık hissetmezsiniz.

Çünkü lüfer kaçmaya değil çektiğiniz yöne saldırmaya çalışır. Tipik misinalarda ilk andaki darbenin ötesi kolay kolay hissedilmez. İğneye yem olarak bütün veya yaprak kesilmiş canlı yemler takılır. Koku etkisini artırmak üzere hamsi iyi bir tercih olacaktır. Çoğu zaman, ilk iğneye hırsız olarak tabir edilen bir ikinci ve üçüncü iğne bağlanır. İğnelerin rengi vs. pek kritik değildir. Lüfer, bunları çoğu durumda hemen hemen hiç önemsemez. Misinanızın kalınlığı gibi hususlar lüferi pek ilgilendirmez.

Özellikle parlak bir şeyler önündeyse, lüfer saldırmaktan kendini alamaz. Bu amaçla, parlatılmış zokalı takımlar vb. hepsi gayet verimli olur. Sürü ile gezen bir balık olduğu için, çapari ile de avlanabilir. Dahası saldırmayı sevdiği için yakalanması kolay olur. Kaşık veya benzeri yöntemlerle de avlanabilir. Yapay yem kullanılacaksa, parlak olması yeter ve şart koşul olur. Bu açıdan kaşık gerçekten idealdir. Pek bilinmeyen bir lüfer takımı ise, lüferin istisnasız dayanamadığı, parlak kollu ahtapot benzeri "jig" lerdir. Bunları bir sürü parlak kolu olan, bu kolların içine de bir kaç iğne saklanmış bir tür ahtapota benzetebiliriz. Evde yapımları kolaydır. Parlak yılbaşı süsleri gibi şeritler bir demet haline getirilir. Bir yüksük veya boru içine tercihan dyneema veya olmazsa çelik telden bir bağla iğneler ortaya bağlanır. İgnenin yüksük tarafına gelen parçası, yüksükten çıkarılıp oltaya/bedene bağlamak için kullanılır. İğneden öbür tarafta artan ip uygun bir boyda, şeritlerden 3-4 santim uzun olacak şekilde bırakılır. İğnelerin etrafına parlak şeritler geçirilip boru veya yüksüğe doldurulur. Sıcak silikonla sabitlenir. Yüksük parlak bir şey değilse, hologramlı kağıtla vs. parlaklaştırılır.

Uzun bırakılan iğne ipinin şeritlerin bittiği yerden bir iki santim altına bir kaç kıstırma kurşun eklenir, artan ip kesilir. Şeritlerin ucundan yüksük veya boru parçasına kadar 3-10 cm, toplam boy ise 3-15 cm olabilir. İdeal boylar, 6-12 cm şerit, 3-5 cm boru şeklinde olabilir. Çinekop için boyut daha küçük, 3 cm yüksük/boru 6-8 cm şeritler, kofana için 20 cm, 6 cm boru/yüksük, 14-16 cm şeritler tavsiye edilebilir. Boru çapı 1.5-3 cm kadar olabilir. Bu takım kullanılırken, önce bir miktar yukarıya çekilir, ardından serbest bırakılır. Bu durumda kurşunlar yüksüğü yukarıda tutar ve dibe doğru çeker. Şeritler ise suda etek gibi açılarak parıldarlar. Elbet lüferin ne düşündüğünü bilemeyiz ama, bu yeme hiç dayanamadıklarını defaten tecrübe etmiş haldeyim. Lüferi yaklamak için böyle yemler icat etmeye gerek var mıdır? Hayır, lüfer parlak olan hemen her şeye saldırır. Sigara izmatine bile saldırdığı olur. Derinliği 5-6 metreyi aşan hemen heryerde, yüzeyden dibin bir metre filan üstüne kadar her yükseklikte olabilir. Sürü halinde gezer, yakaladığınız çinekopu sizden önce bir diğeri ele geçirebilir, elinizde çinekopun sadece kafası kalabilir.

Bu lüferi hangi derinlikte arayacağınızı kestirmenizin zor olduğunun iyi bir örneğidir. Bilhassa parlak simli bir Alabalık Fly takımı ile dahi verimli av yapılabilir. İrice, parlak bir çıplak iğne bile çoğu zaman yeterli olabilir. Parlak olması şartını sağlayan herşey, lüfere denk gelince iş yapacaktır. Bunun yanında çeşitli canlı/ölü yemlerde iyi iş görür.

Fakat, tipik istavrit benzeri çapariler, midye/kurt/karidesle yemlenmiş üç köstekliler vs. gibi takımlar pek verimli olmaz. Yakınınızdakiler veya siz bir şekilde lüfere denk gelirseniz, yem balığınızın veya çaparideki istavritin yarım çıkması, suyun yüzeyinde balık kafaları belirmesi, kavun kokusuna benzer bir koku yayılması gibi işaretleri değerlendirirseniz, lüfer takımlarını çıkarmanın vakti gelmiştir. Unutmayın, takımın şöyle başparmak kadar parlak bir şeye sahip olması yetecektir. Üç kösteklinin iğnelerin bağlandığı yer dahil olmak üzere misinasına parlak sigara kağıdı sarın. Oldu size bir lüfer takımı, bir hayli idare edecektir. Çoğu durumda çekip salma yaparak yem filan takmadan bu iş yapacaktır. Sorun, bir kaç (genelde ilk) lüfer saldırısında kağıdın (bazende takımın) parçalanacak olmasıdır. Lüferin lüfer takımı diye bilinen mantarlı takım dışında yaygın kullanılan takımları zokalar ve kaşıklardır. Zokalar büyüklükleri ve türlerine göre sarmısak, fındık zoka gibi isimler alırlar. Temelde bir iğnenin baş tarafına dökülmüş kurşundan ibarettirler. Bu kurşun parlak olursa çok dikkat çeker ama tuzlu suda kurşun parlak kalamaz. Bu yüzden civa ile zoka parlatılır. Antik balık tekniklerine meraklı iseniz bu güzel bir faaliyettir. Civa bir tuzluğa konur. Tuzluğun ağzına güderi gerilir ve iğneyle bir kaç delik açılır. Tıpkı tuz döker gibi zokaya civa dökülür ve güderi ile sıvanır. Ama? Amaları çoktur. Civa pek yakın olmamak gereken ağır metallerden biridir. Evde bulunması çocuklar için iyi olmayabilir. Denize karışması da iyi değildir. Ha, çok mu kötüdür, civa kullananları kötü adam mı ilan edelim. Hayır, kesinlikle. Ama 2000 li yıllarda Civadan daha iyi ve daha az zararlı tercihlerde mevcut. Ben zokaları civaya boğmaktansa, üzerlerini hologramla kaplamayı tercih ediyorum. Bunun pırıltısı daha hoş görünüyor ve civadan daha parlak. Üstelik riskleri de yok. Ama uğraştırıyor bu da eksisi. Zoka yem olarak kullanılacak balık yaprak veya bütün olarak takılıp kullanılır. İyi bir yöntem zokaya bir kaç hırsız bağlamaktır. Bu hırsızlar daha küçük iğnelerden seçilir. Hırsızlar ve asıl zoka iğnesi balığın solungaçlarından geçirilir. Balık canlı ise, sadece hırsızlar balığın kuyruk ve sırtına saplanır. Böylece uzun süre canlı kalır. Balık ölü ise zoka iğneside saplanabilir.

Ardından yumuşak bir hareketle kıyıdan biraz açığa fırlatılır. Lüfer vurunca gene misinaya saldıracaktır. Demek ki, uyanık durmak gerekmektedir. Hemen ve olabildiğince hızla olta toplanmalıdır. Bir diğer lüfer takımı ise kaşıklardır demiştik. Kaşıklar kaşık şeklinde parlak metallerdir. Bunlar lüfer ve turna gibi yırtıcılar için gözde av araçlarıdır. Kaşık oltanın ucuna bağlanır. Suya atılır ve dibe oturmasına fırsat vermeden hızlıca çekilir. Yırtıcı balık bunu ne sanır bilemeyiz ama etkili bir şekilde bu taktik onu kendine çeker. Ama akıntı yüksekse veya kaşığı daha ileri atmaya çalışıyorsanız, oltanın ucuna bir kurşun takmalısınız. Aksi halde akıntı hızla kaşığı istenmeyen yerlere götürür, atışınız aşırı sürtünme nedeniyle kısa düşer. Bu kurşunun diğer tarafına bir iki kulaç kadar misina ile kaşık bağlanır. Atarken ne olur? kurşun önden gider ve ardından gelen kaşık üzerine gelir. Sonuçta karışır.

Bu yüzden özel bir yapı kullanılır. Kurşunun ortasından bir karış kadar uzunlukta sert ve ince bir çubuk geçirilir. Kurşun bu çubuğun bir ucunda olur. Diğer uca misina ve kaşık bağlanır. Bu durumda misinayı geriye tutan çubuk dolaşmayı engeller. Oltaya önce kurşun tarafı takılır. Bu takıma seyirtme deniyor sanırım. Son günlerde kurşun yerine plastik bir ağırlıkta kullanılabiliyor. Bu tür bir ağırlık yavaşça batacağı için biraz daha hassas kullanıma imkan sağlıyor. Ama özellikle akıntılı ve derin sularda ki lüfer için tercih edilen sulardır pek bir işe yaramazlar.

Buna rağmen, kıyıya yakın, az akıntılı yerlerde başka türler için iyi olabilecektir. Kaşığın kullanımında pek bir ekstra yoktur. Kolunuza kuvvet dileyerek hızla çekmeniz gerekir. Eğer başlangıçta çok hızlı çekerseniz bir süre sonra yorulursunuz. Bu yüzden ortalama bir ritimle hızlıca çekmeye başlayın. Aynı ritmi korumaya çalışın. Kaşığı fırlattıktan sonra hemen çekmeye başlarsanız, kaşık yüzeyi yalayarak gelir. Ne kadar beklerseniz o kadar dipten gelir.

Ama siz yüksektesiniz. Demekki kaşık dipten yüzeye doğru gelecektir. Su derin ve kıyı dik ise, arada biraz duraklayın, kaşık biraz daha dibe insin. Bu mutlak iyi değildir. Eğer aklınızdan balığın daha dipte olduğu geçiyorsa sarmayı durdurmanız kaşığın dibe inmesini sağlayacaktır. Ama kaşıklardaki üçlü iğneler takılacak yer arar. Eğer dibe inerse büyük ihtimalle takılır ve orada kalır. Bu hususu unutan pek çokları denizlere pek çok kaşığı bırakıp dönmüştür.

Kaşık yerine silikon yem olmaz mı? Olur elbette. Ama yemin parlak olması tercih sebebidir. Diğer yandan ülkemizde rapala olarak bilinen suni yemlerde son derece iyi olur. Bunları lüfer için kullanacaksak, parlak renkli olanları tercih etmek gerekir. Rengarenk olması, yeşil olması, kırmızı olması lüfer için iyi bir cazibe sağlamaz. Bunun yerine hologram desenli gümüş rengi gibi olanlar daha iyi olacaktır. Testiden su içtiğimiz eski güzel günlerde böyle şeylerimiz yoktu. Parlak tüyler takardı o devrin ustaları.Konu lüfer ise taktığınız şey pek kritik değildir. Canlı yem, taze yem, doğal yem, şekli balığa benzeyen (ince uzun) parlak şeyler, şekli balığa benzeyen diğer şeyler... Olmadıysa sigara kağıdı hatta izmariti. Bunların hepsi lüfer sürüsü oradaysa size mangala yetecek balığı getirebilecek potansiyel yemlerdir. Lüferler doğru misina ve sağlam iğne ile avı en kolay olan balıklardandır.Tek kötü tarafı yayılma huyları olmayışıdır.

Boyuna gezinirler. Sürüye denk geldiğinizde livarlarınız dolar. Sürü geçince de en iyisi oturup biraz takım yapmaktır. Çünkü geçtikleri yerde başka balık bırakmazlar. Ya yerler, yada kaçırırlar her bir şeyi. Lüfer ve diğer balıkların birlikte yakalanabilecekleri yerler, lüferden sonra ava devam edebileceğiniz yerler çok azdır. Örneğin haliç, örneğin boğaz kıyıları gibi. Burası balıkların göç yolunda olduğu için lüferler gelince lüfer avlarsınız. Onlar önce istavritleri vs. size doğru sürerler. Sonra kendileri gelirler.

Daha sonra başka bir yere gider, oradaki balıkları kaçırırlar, onlarda gene sizin olduğunuz yere gelir. Kısacası, lüfer mevsiminde boğazda tam bir balıkçı cenneti oluşur. Gönül isterdi ki balık nüfusu eski günlerdeki gibi olsun. Ama gerek inadına soykırım yapar gibi avlananlar, gerekse kirlilik ve ihmal edilen doğal hayat yüzünden artık öyle bol balık kalmadı. Tüm yırtıcı balıklar gibi lüferlerinde koku alma duyuları çok gelişmiştir.

Özellikle geceleri avlarını kokularıyla bulurlar. Bu yüzden daha yağlı ve kokulu olan yemleri tercih etmek gerekir. Fakat, balık yağının temel özelliği, balık öldükten sonra hızla bozulmaya, niteliğini kaybetmeye başlamasıdır. Böylece yem olarak kullanılan balık ne kadar tazeyse, o kadar fazla lüfer çekici olacaktır. En fazla olanı ise, tamamen canlı olan yemlerdir. Hamsi, istavrite göre daha kokulu olup yaprak gibi yemlerde daha avantajlıdır. Ama tekrar edelim, yem mümkün olduğunca taze olmalıdır. Lüfer neslinin yeme tam ortasından saldırdığı dikkate alınmalıdır. Diğer pek çok balık, hedefine bir başından saldırır ve bütün olarak yutar. Lüfer ise tam ortasına, bilhassa başının altına saldırıp buradan ağzı büyüklüğünde bir parçayı koparıp alır, avının başını yemez. Eğer yemin üzerinde göze benzetecek bir yer varsa, bunun uçlardan birine yakın olması gerekir. Kaşığın delikleri iyi bir göz intibası verir. Lüferde bu yüzden kaşığın ortasına vurur. Kaşığı ısıramayınca büyük ihtimalle sen kimsin ki bana direniyorsun diyerek bazen uğraşmaya başlar. Kaşığı çekince ucundaki igneye denk gelip ısırır veya kaçan kaşığın ardından hamle yapar. Bu nedenle yakalanma ihtimalini artırmak için kaşığın veya benzeri suni yemin (rapala) ortasında bir iğne olması faydalı olur. Yüzeyden çekilen rapalalarda lüferin gelip rapala ile güreş tuttuğunu görmek ayrı bir zevktir. Pek çok balık, rapalanın ardında bir süre gezer, üzerine atlar. Yakalayamazsa, yakalanmazsa geri çekilir. Lüfer ise, diş geçiremediği için iyice dellenir. İllada ısıracağım diye inatla uğraşır.

Altından, üstünden, önünden defalarca saldırdığı olur. En sonunda ya bir tarafını iğnelere dalatır, yada iğneyi ısırır. Bu nedenle, genelde acemilerin çabuk heyecanlanması, rapalayı ısıran balığın hareketini, tasmalamaya işaret sayması gibi sebepler yüzünden av başarılı olmaz. Sakin olun, aynı şekilde çekmeye devam edin. Boşluk vermeyin asla. Yakaladığınızı düşünmeyin, kaçırdığınızıda düşünmeyin. Neticeyi rapalayı/kaşığı sudan çıkarırken görebilirsiniz ancak. Lüferin kıyıya kadar kaşıkla uğraşa uğraşa geldiği çok olur. Tam kıyıya bir an kala yakalanır çoğu zaman. Yemli takım ve zokalarda da aynı sorun görülür. Lüfer yemin bir tarafını yer. İğnenin biri boşta kalır. Parlak iğne ise, onu da yemeye çalışır.

Ama zokanın parlak kısmı daha hoşuna gider, ona saldırır. Sonuçta, vuruşları iyi yorumlayıp balığın iğneyi kaptığını anlamanız gerekir. Lüfer, yem seçmeyen, misinadan daha az ürken ender bir balıktır. Ama yemi parçalamaya, parçaları da yemeye uğraştığı için, iğneyi damağına oturtmak biraz ustalık ister. Aceleci olmayın. Lüfer tam olarak çekince, iğneyi kapmış demektir. Hemen sarın. Boşsa, zaten yeminiz gitti. Takımda pek bir varlık hissetmezsiniz. Ancak kaşıkla vs. belli bir ağırlık duyarsınız. Takımdaki ağırlık azalmayacak şekilde hızla, hiç boşluk vermeden çekin. Bir anlık boşluğunuzda kafayı atıp kurtulabilir, misinanızı kolayca kesip kendini kurtarabilir. Bilhassa, sudan çıktıktan sonra, hızla emniyetli bir yere alın. Yoksa, en hafif boşlukta kendini kurtaracaktır. Üçlü iğneyle (kaşık vs.) yakalayacağınız çoğu lüfer, kovanın kenarında, yere hafif dokununca vs. oluşan hafif boşlukta derhal iğneden kurtuluverir. Lüfer tutmanın baş koşulu, budur.

Boşluk vermeden, kovaya kadar balığı çekmek. Lüferin dişleri küçük görünebilir ama sıradan misinaları, tipik silikon yemleri vs. kolayca kesebilir. Hatta, yakaladıktan sonra parmağınızı da iyi kesebilir. Bu yüzden iğneden çıkarırken dikkatli olun. Ayrıca, takımları bilhassa fused dyneema ile hazırlamaya çalışın. Lüfer karşısında fused dyneema genelde kazanan taraf olur. Dyneema ile hazırlanmış takımlarla lüfer yakalama şansı daha yüksektir. Lüfer takımları, kendi başına ayrı bir ihtisas konusu sayılabilir. Sahte türleri için sorun yoktur. Silikon basit balıklar, lüfere dayanmaz, paralanır gider.

Silikon kurtlar ise pek az ilgi çeker. Ahtapot, kalamar şeklindeki silikonlar lüfer için bir hayli etkilidir. Rapala ve kaşıklar ise son derece etkilidirler, hemen her tür ve renkte.. kısaca sahte seçimi sorun olmaz. Ama yemli takımlar söz konusu olunca, takım yapma ve donatma tam bir sanat halini alır. Zoka dersiniz, zamanında gümüşten dökülen zokalar akla gelir hemen.. Çelik tel üzerine maharetle lehimlenmiş iğnelerden mütevellit takımlar, iğnenin gözü açılıp fırdöndüye takılmalar.

LÜFER BİLGİLERİ VE AVLANIŞ TAKTİKLERİ


LÜFER
Perciformes Pomatomus saltatrix
Pomatomidae

Boğaz sularının sultanı diye tanımladığımız lüfer edebiyatımıza girmiş, avcılığı için bir devirde uğruna gümüş zokalar dökülmüş, velhasıl Bogaz'la, İstanbul'un eski yaşamıyla bütünleşmiş bir balıktır. Bilimsel adı Pomatomus saltatrix'tir. En küçüğünden en büyüğüne doğru halk dilinde sayıldığında defne yaprağı, çinakop, kabaçinakop, sarı kanat, lüfer, kaba lüfer (sırtıkara) ve kofana diye adlandırılır. Bu adlandırma balığın ağırlık ve boyuna göre yapılır. Ustura gibi keskin dişlere sahip olan lüfer, balıkçılar tarafından "dişli" diye de anılır. Hemcinsleri dahil hemen her tür balığa saldırır, parçalar ve yer. Başlıca yemleri zargana, istavrit, kıraça, izmarit, kolyoz ve uskumru vonozları, istrongilos, hamsi, aterina, çamuka ve ilaryadır. Yumurta bırakmak için yaz aylarında Ege'den Marmara'ya ve oradan da Karadeniz'e çıkan lüfer sürüleri eylül ortasından itibaren iyice yağlanmış, beslenmiş olarak Karadeniz'den, Boğaz'a Marmara'ya ve Çanakkale Boğazı'ndan Ege'ye inerler. Bu iniş sırasında Boğaz'da ve Marmara'da uzun süre kalıp av verirler.

Uzun Oltayla Lüfer Avı
Zokayla yemli avcılıktan sonra en zevkli lüfer avı "uzun olta" ile yapılanıdır. İstanbul Boğazı'nda Yeniköy Feneri, Kandilli, Çengelköy, Vaniköy, Üsküdar sahilleri, Kumkapı önü bu tür avlanma tekniğinin kullanılabileceği yerlerdir. Uzun olta ile lüfer tutulduğu gibi, aynı yöntemle ve biraz daha kalın takım kullanarak Ege'de, Saroz'da ve Çanakkale'de sinarit, akya gibi balıklar da avlanılabilir. Uzun olta lüfer takımı, yemli sinarit dip sürütmesinin hemen hemen aynıdır.

Uzun Olta Takımının Hazırlanması

Kelebeğe (mantara) 40-50 kulaç uzunluğunda gam yapmayan, dayanıklı misinaların 0.45 no.'su sarılır. Boş ucuna 15 mm.'lik fırdöndü takılır. Fırdöndünün diğer halkasına 1/2 kulaç uzunluğunda 0.40 no. misina bağlanır ve misinanın diğer ucu üçlü 20 mm.'lik bir fırdöndünün sol gözüne takılır. Üçlü fırdöndünün alt halkasına 2 karış uzunluğunda 0.60 no. misina bağlanır ve iskandil takılması için ucu kasalanır. Buraya takılacak iskandilin ağırlığı sulara göre ayarlanır. Üçlü fırdöndünün sağ gözüne 1.5 kulaç uzunluğunda 0.35 no. misina bağlanır, bunun da diğer ucu 15 mm.'lik bir fırdöndüye takılır. Fırdöndünün diğer gözüne ise köstek kısmını teşkil eden 3 kulaç uzunluğunda 0.35 no. misina bağlanır. Bu bölüme 20-24 cm. uzunluğunda 0.70-0.80 no. kalınlığında misina üzerine bağlanmış çift iğneli "uzun olta" adını verdiğimiz bölüm ilave edilip takım tamamlanır. En kolay hazırlanan uzun olta, 0.70 no. misina üzerine kırmızı ibrişimle bağlanmış müteharrik (ileri geri hareket edebilen) iğne ile yine bu misinanın ucuna takılan 5/0 no. iğneli olanıdır. Uzun oltalar 1 mm. çapında çelik tel üzerinde iki-üç iğneyi lehimlemek suretiyle de hazırlanabilir. 0.70'lik misina bölümünde naylon geçirilmiş tel de kullanılabilir. Pratikliği, elastikiyeti ve yemi bozmaması açısından kalın misina üzerine hazırlanmış uzun olta genellikle tercih edilir. Av sırasında en az üç-beş yedek "uzun olta", takım sandığında bulundurulur. Bu takımda canlı zargana yem olarak kullanılırsa çok iyi sonuç verir. Lüfer her zaman hareket halindeki yemden hoşlanır. Zargana bulunamadığı zaman yine canlı olarak iri istavrit veya izmarit kullanılabilir. Zargana canlı yem olarak kullanıldığında, gagası yarıdan kırılıp uzun oltanın müteharrik iğnesi gaga altından sokulup üstten çıkarılır. Sabit avcı iğne de zargananın yanından ve deri altından geçirmek suretiyle takılır. Önemli olan uzun oltanın yem üzerinde gergin durmasıdır ki bu da hareketli iğneyle ayarlanabilir. Av yerine gelindiğinde yem uzun oltaya takılır ve köstekle denize koyverilir. Bu sırada motor sulara karşı çalışır durumdadır. Koyverilen kösteğin ucundaki yemin canlılığını ve iyi yüzüp yüzmediğini görmek için bir kere sandala doğru çekilip kontrol edilir ve sonra tekrar koyverilir. Oltanın üçlü fırdöndüye bağlı iskandili de hafifçe denize bırakılır ve dibi bulması sağlanır. Akışa geçildiğinde iskandil tık-tık diye dibe vurmaktadır. Oltada hissedilebilen bir boşluk, iskandilin havalanması gibi bir durumda aniden Çalınmak suretiyle lüfer yakalanır. Ancak yine her zaman olduğu gibi hiç kalama (boşluk) vermeden süratle olta çekilir ve (son fırdöndüden itibaren kaç kulaçlık kösteğimiz olduğunu bildiğimiz için) son 3 kulaç sayılarak lüfer sandala alınır. Uzun olta yerine aynı takıma 1 veya 2 no. söğüt yaprağı şeklinde üçlü iğne taşıyan Fransız kaşığı da takılabilir. Uzun olta takımı balığın iriliğine göre kalınlaştırılır. Balık avında önemli olan, en ince takımı kullanmak ve balığa mümkün olduğu kadar şans tanımaktır.

At-Çek"le Kıyıdan Çinakop Avı

Şekilde de görüldüğü gibi "at-çek" adını verdiğimiz bu av aleti karadan kullanılır ve genellikle yem olarak istavrit yakalamaya yarar. Ancak Çinakop avında da gayet verimli sonuç alınabilir.

"At-Çek" Takımının Hazırlanması

5-6 kat kalın misina örülerek 20 cm. uzunluğunda kalın bir köstek elde edilir. Bu kösteğe ortası delik, uzun kıstırma biçiminde bir kurşun geçirilir. Kalın kösteğin bir ucu 15 cm., diğer ucu ise 5 cm. kalacak şekilde ayarlanıp kurşunun iki ucu kösteğe sıkıştırılır. 15 cm.'lik bölümün ucuna 1.5 kulaç uzunluğunda 0.15-0.25 numara misina bağlanır. Bu ince misinaya da 6 no. iğne takılır. 5 cm.'lik diğer bölümün ucuna 1 mm.'lik bir fırdöndü ve bu fırdöndünün diğer gözüne de 1/2 kulaç 0.35 numara misinadan beden bağlanır. Bedene yine 12 mm.'lik bir fırdöndü bağlandıktan sonra fırdöndünün diğer gözüne 0.35 numara misinadan olta bölümü takılır. Kelebeğe sarılacak 50 kulaçlık misina yeterlidir. Bu takımda iğneye tüy, beyaz ibrişim bağlanabilir veya kalaylı kâğıt sarılabilir. Sıfır numara kaşık takılıp yine Çinakop için kullanılabilir. Hatta çıplak beyaz iğne kullanılabilir. Ancak avın zevkli yönü balığı kendi kuyruk altıyla yakalamaktır. Çinekopun anüs yüzgeci muntazam bir şekilde kesilerek, ucundan iğneye geçirilir ve takım kıyıdan atılıp çekilmek suretiyle kullanılır. Dipli kullanılmak istenen at - çeklerin kurşunları ağır (100-150 gr.), su üstü kullanılan at-çeklerin ise kurşunları daha hafiftir (50-100 gr.) Takımı kullanırken kurşun sol avuç içinde, 1/2 kulaçlık bedenin ucundaki fırdöndü de sağ elle tutulur ve fırlatılır. Kurşunun dibi bulması beklenip kısa ve sert aralıklarla olta kıyıya çekilir. Balık bu arada oltaya atlamış ve yakalanmışsa olta hızlı kulaçlarla kıyıya çekilir ve balık alınır. Oltayı çekerken elinizde bir kibrit kutusu varmış ve bunu elinizde döndürüyormuş gibi hareket ederseniz balığı av sırasında kıskandırmış olursunuz. Yakalanan her balıktan sonra kuyruk altını kontrol etmek ve şayet yıpranmışsa değiştirmek lazımdır. Gerek yem sağlama, gerekse avcılık açısından "at-çek" her amatör balıkçının olta sandığında bulunması zorunlu bir takımdır.

Kamışla Kıyıdan Yemli Çinakop Avı
Çinakoplar zaman zaman kıyıya çok yakın av verirler, işte bu gibi hallerde 3 - 5 metre uzunluğunda, ince, makinesiz bambu kamışla kıyıdan Çinakop yakalamak çok zevklidir. Kamışın ucuna 3/4'lük bölümü uzunluğunda 0.30 misina bağlanır ve buna da 12 mm. fırdöndü takılır. Fırdöndünün diğer gözüne 0.25 numara kamışın sapını biraz geçecek uzunlukta misina bağlanır. Bunun da ucuna fındık veya sarımsak diye adlandırdığımız çok küçük, iğnesi yine no. 6 olan kurşun zoka takılır. Kıraça, hamsi gibi balıklardan yaprak halinde kesilen yemler ucundan bir kere geçirilip, döndürülüp tekrar ortasına iğneyi saplamak suretiyle takılır ve yem denize kıyıdan sallandırılır. Yem ve zokanın ağırlığıyla dibe doğru bırakılıp kamışı kısa aralıklarla sallamak suretiyle yemlenmekte olan Çinakoplar kıskandırılır. Yaprak veya sülük halde zokanın ucunda sallanan yemi gören Çinakop, derhal yeme hamle yapar. Yemi kapıp o mahalden uzaklaşmak ister, işte o anda atılacak bir tasma balığın zokaya takılmasını sağlayacaktır. Zaman zaman Çinakoplar kıyıya o kadar yaklaşırlar ki su berraksa görerek avlanabilirsiniz.

Mavruka ile Lüfer Avı
Mavruka kurşundan dökülmüş, uzun ve yuvarlak iki ucu delikli, mazgallanıp civayla parlatılmış veya sarı madenden döküm olarak yapıp nikelajlanmış 80-130 gr. ağırlığında bir av aletidir. Mavruka takımının olta kısmı 0.40 numara ve 40-50 kulaç olup kelebeğe (mantara) sarılır. 0.40 misinanın ucuna yine 13 mm.'lik bir fırdöndü takılır ve bu fırdöndünün diğer halkasına 1 kulaç uzunluğunda 0.35'lik misina bağlanır. Misinanın ucuna yine 13 mm.'lik bir fırdöndü bağlandıktan sonra boş halkasına 1/2 kulaç uzunluğunda 0.35'lik beden bağlanır. Bedenin diğer ucu mavrukanın bir gözünden geçirilip düğüm atılır. Ancak mavrukanın bu gözüne daha önce dört-beş kat kırmızı ibrişim sarılmış olmalıdır. Olta kullanılırken bu ibrişim hem misinanın yıpranmasını önler, hem de renginden ötürü balığın galsamasını andırır. Mavrukanın diğer deliğine yemi dik tutacak iki uçlu tel bağlanır. Telin iki ucuna da no. 1/0 veya 2/0 iğneler bağlanır. Mavrukayla Çinakop avı daha çok durgun ve akıntısı az olan koylarda yapılır. Kış aylarında Marmara'da Kumkapı önlerinde, Sivriada'nın 15 kulacı geçmeyen sahillerinde, Çanakkale Boğazı'nın Ege'ye açık sığ koylarında yapabilecek çok verimli bir av şeklidir. Bütün olarak kullanılan yemler iğnelere ağızlarından sokulup, galsamadan çıkarılıp kuyruğa yakın batırılmak suretiyle veya ağızdan sokup, biraz yürütüp ucu çıkarılmak suretiyle takılır. Mavruka takımında yem olarak kıraça, hamsi veya aterina (gümüş) kullanılır. Yemlerin taze olması ve takılırken hırpalanmaması avda verimi artırır. Av yerine gündüz vakti sandalla gelindiğinde demir atılır. Olta yemlendikten sonra yavaşça denize koyverilir. Mavruka dibi bulduktan sonra 1 kulaç yukarı alınır ve çok kısa hareketiyle sallanır. Balık yeme geldiği zaman bir tasmayla avlanıp, seri kulaçlarla çekilerek sandala alınır. Çift iğne kullanıldığı için mavruka takımıyla aynı anda iki Çinakop birden yakalanabilir. Balık yemle oynuyor ve yemiyorsa yemli ve zokalı takımda yaptığımız gibi hafifçe süzerek (oltayı biraz yukarı kaldırarak) balık kıskandırılır ve yeme atladığında küçük bir tasmayla yakalanır. Çinakop sürüsüne rastlandığı takdirde çok seri çalışabilecek zevkli bir av şeklidir.

Yemli Kısa Köstekli Çinakop Çaparisi

Yemli izmarit çaparisinin 3 veya 4 numaralı iğneleriyle donatılmış benzeridir. 0.50'lik oltaya 0.40 beden 30-35 adet 5 cm.'i geçmeyen 0.35'lik köstek ve 200-240 gr. ağırlığında iskandil takılır. Köstekler sandalın içine takılı dört adet yassı çıtaya dizilerek yemlenir. İstavrit yaprak halinde kesildikten sonra "mama" tabir ettiğimiz birer parmak boğumu kadar ince uzun şekilde dilimlenir. İğnelere bir kere batınlıp, döndürülüp tekrar batırılmak suretiyle yem takılır. Bu takım da durgun ve akıntısız koylarda kullanılır. Av mahalline sandalla gelindiğinde demir atılır ve yemlenmiş olta yavaşça suya koyverilir. Böyle bir takım kullanırken sandalda iki kişi olması hem yemlemeyi çabuklaştırır, hem de köstekler sandala alınırken balıkların iğnelerden kolayca toplanmasını sağlar. Olta suya indirildikten ve dip bulunduktan sonra iskandil 1 karış kadar yukarı alınır. Balıklar oltaya vurmaya ve iskandili hoplatmaya başlayınca kısa ve seri tasmalarla balıkların iğnelere takılması sağlanır. Bu tür takımda sadece Çinakop değil, izmarit, istavrit, mezgit gibi balıklar da yakalanır. Avın zevkli tarafı çeşitli balıkların aynı anda yakalanmasıdır.

Kıyıdan Yemli Su Üstü Çinakop Takımı Bu takımda kullanılan zokalar sandaldan kullandıklarımızdan farklıdır ve sülük zokalar diye adlandırılırlar. Olta yemlendikten sonra 20-22 kulaçlık bölümü yere sağılır ve fırdöndüden tutup atmak suretiyle akıntılı sulara kıyıdan fırlatılır. Çok az kalama verip dibe inmesine meydan vermeden, olta bazen yavaş ve zaman zaman da kısa hareketlerle kıyıya doğru kaçırma suretiyle çekilir. Çinakop suların içinde hareket halinde zokayı ve dolayısıyla zokaya takılmış kıraçayı görür, kıskanarak yeme hamle yapar. Çok atik ve çabuk bir balık olduğu için tasma zamanında atılmalı ve çinakopun yemi kesip almasına fırsat vermemelidir. Kullanılan iğneler no. 1 vye no.2 olup istenilirse 4 no. lu iğne "hırsız" olarak takılabilir. Çinakopta en uygun yem, Kıraçanın kuyruk bölümünden yukarı doğru iki yanının da kesilmesi ve kuyruk dahil, ortaya çıkan bel-kemiğinin bir bölümünün kırılıp atılmasıdır. Zokanın iğnesi Kıraçanın galsamasından geçirilip yana döndürülür ve balığın belkemiğinin atılmış olan bölümüne (yumuşak kısmına) saplamak suretiyle diğer yandan dışarı çıkarılır. Bu takımda beden 0.25, olta ise 0.30'dur. Takım ne kadar ince olursa av da o derce zevkli ve verimli geçecektir. Takımın hazırlanması diğer takımlara oranla oldukça kolaydır. 40 kulaç uzunluğunda 0.30 veya 0.35'lik misina kelebeğe (mantara) sarılır ve ucuna 13 mm. bir fırdöndü bağlanır. Fırdöndünün diğer gözüne 1/2 kulaç uzunluğunda 0.25'lik misinalar bağlanır ve bu misinaya da zoka takılır.

Yemli Çinakop Avı
Yemli Çinakop avı son derece zevkli ve maharet isteyen bir av şeklidir. Yemli lüfer takımına oranla Çinakop için kullanılan takım daha ince, zokası daha ufaktır. Kullanılan yemler, bütün halde hamsi, çamuka, aterina, yaprak ve sülük biçiminde küçük ve uzunlamasına kesilmiş istavrit, Kıraça, zargana, uskumru vonozu, izmarit ve istrongilos gibi balıklardır. Bu takımın olta ve beden bölümlerinde kullanılabilecek misinalar 0.25, 0.30 ve 0.35 numaralardır. iğneler no. 2, 1, 1/0 no. olup takımda kullanılan kıstırmalar ise 10-15 gram ağırlığındadır. Yemli Çinakop ve lüfer takımlarında kullanılan kıstırmalar zokadan daha hafiftir. Kıstırma, takımın daha kolay dibe inmesini ve av sırasında bedenin apiko kalmasını (dikey durmasını) sağlar. Ayrıca olta çekilirken 3 kulaç sonra zokanın geleceğini hatırlatır.

Yemli Takım

Olta kısmı, 0.35 numara ve 50 kulaç uzunluğunda olup kelebeğe (mantara) sarılır. Misinanın boş ucuna 11 mm. boyunda bir fırdöndü takılır. Fırdöndünün diğer halkasına 0.35 numara ve 1 karış uzunluğunda küçük bir beden İlave edilerek ortasından 8-10 gr. ağırlığında yuvarlak bir kıstırma geçirilir. Bu bedenin diğer ucuna 11 mm.'lik bir fırdöndü bağlanır. Fırdöndünün diğer halkasına 1/2 kulaç uzunluğunda 0.30'luk bir ek beden İlave edilir. Ek bedenin diğer ucuna 11 mm.'lik bir fırdöndü bağlanır. Fırdöndünün diğer halkasına 2.5 kulaç uzunluğunda 0.25'lik veya 0.30'luk bir beden ilave edilir. Bu bedenin ucuna da 15-20 gr.'lık Çinakop veya lüfer zokası bağlanır. Aynı takım lüfer ve kofana için daha kalın misina ve daha iri iğnelerle aynen hazırlanır.

Kaşıkla Çinakop - Sarıkanat Avı

Motorlu tekneden Çinakop ve sarıkanadın en zevkli avlanma tekniklerinden biri de kaşıkladır. Sığlıklarda, koy içlerinde akıntılı sularda 2-3 mil süratle dolaşmak suretiyle yapılan bu av sırasında balık kaşığa atlayıp yakalandığı anda süratle çekilip İçeri alınması gerekir. Çinakop veya sarıkanat son derece çeviktir ve keskin dişlere sahip olduğundan ufak bir tereddüt veya oltaya verilen kalama (boşluk) balığın oltayı kesmesine veya kaşığın iğnesini silkinerek atmasına sebep olur. Bu tür avda aynı takımla hem Çinakop, hem de sinarit palazı, ispendek, zargana gibi balıklar da tutulabilir.

Kaşık Takımında Kullanılan Malzemeler

Bu takımda çoğunlukla (0) ve (1) numara Fransız kaşıkları kullanılır, bunlar söğüt yaprağı tipindedir. Ancak iğnenin takıldığı kısmı daha enli ve aşağı doğru daralan, kendinden fırdöndülü kaşıklar da kullanılmaktadır. Önemli olan fırdöndülerin iyi çalışması ve kaşıkların parlaklıklarını muhafaza edebilmeleridir. Her av sonunda kaşıklar tatlı-suyla yıkanır, iyice kurulanırsa pas tutmaz, tuzun bırakacağı lekelerden arınır ve parlaklıklarını korurlar. Olta ve bedende kullanılabilecek misinalar 0.25, 0.30 ve 0.35 numaralardır. Kıstırmalar aşağıdaki şekilde de belirtildiği gibi 30-100 gr. arasında çeşitli biçimlerde olur ve kaşık takımında suların derinliğine göre bir veya iki tane kullanılır. 4-8 no.'lu, üçlü iğneler bu tip kaşık takımla tercih edilmektedir.

Kaşık Takımı

Çinakop için kaşık takımı ince hazırlandığı takdirde av daha zevkli ve verimli olur. Olta kısmı 0.40 numara ve 30 kulaç uzunluğunda olup kelebeğe (mantara) sarılır. Ucuna 13 mm. uzunluğunda bir fırdöndü takılır. Fırdöndünün diğer halkasına yarım kulaç uzunluğunda 0.35 misina bağlanır ve tekrar 13 mm. uzunluğunda bir fırdöndü takılır. Bu fırdöndünün boş halkasına bir kulaç uzunluğunda 0.35 misina bağlanır. Bu misinanın ortasına bir veya iki adet, suların derinliği ve akıntıya göre ayarlanabilecek kıstırmalar geçirilir. 1 kulaç uzunluğundaki misinanın boş ucu yine 11 mm. uzunluğunda bir fırdöndüye bağlanır. Bu fırdöndünün boş halkasına 4 kulaçlık 0.30 numara beden ilave edilir ve bunun ucuna da 11 m'lik bir fırdöndü, halka ve 0-1 numara üçlü iğnesiyle kaşık takılır.

Çinakop - Sarıkanat Çaparisi

Çinakop ve sarıkanat için kullanılan çaparilerin oltası 0.50, bedeni 0.40, köstekleri ise 0.35 numara beyaz naylon misinadandır. Çaparilerde sert misinalar köstekleri dik tuttukları için tercih edilir. Köstekler yirmi beş-otuz adet olup 20 santim uzunluğundadır. Bedene kazık bağıyla bağlanır, alttan ve üstten ikişer defa ilmeklenir. Kösteklerde 1-2 numara kalaylı iğne kullanılır Bu iğnelere kazın, martının kırçıllı göğüs tüylerinden veya beyaz horozun boyun tüylerinden İki-dört adet bağlanır. Küçük de olsa Çinakopun dişleri çok keskindir. Çapariyle yapılan av sırasında köstek kaybı sık olur. Balığın bol av verdiği (tav yaptığı) anda oltasız kalmamak için mutlaka yedek çapari veya bol miktarda yedek kösteği bir defterin arasında muhafaza etmek ve olta takım kutusunda bulundurmakta fayda vardır. Av yerine sandalla gelindiğinde, iskandil ağırlığı akıntıya göre ayarlanmış olta suya koyverilir ve aşağıdan yukarıya çekip bırakmak suretiyle balığın suyu aranır. Balığa rast gelinen derinlikte, çekmeden önce oltaya hemen bir işaret konur ve bundan sonra o derinlikte balık aranır. Balıkların takılı olduğu çapari çekilirken boşluk (kalama) vermemeye dikkat edilir. Aksi takdirde Çinakop veya sarıkanat köstekleri kolayca keser. Yirmi beş-otuz köstekli çaparilerin İğnelerinden balığı tek başına temizlemek zordur. Bunun için sandalın iç kısmının yanlarına sıkıştırılan iki-dört adet küçük yassı tahtadan yararlanılır. Olta yukarı alındıktan sonra birinci kösteğin iğnesi bu tahtalardan birine takılır, geri kalan köstekler de diğer tahtalara asılarak balıklar kolayca iğneden çıkarılır. Tabii işi kolaylaştırmak için on-on beş köstekli çapari de kullanılabilir..

2 Kasım 2008 Pazar

YABAN TAVŞANI (Lepus europaeus L. )



YABAN TAVŞANI (Lepus europaeus L. )

Yaban tavşanı evcillere göre çok daha saglıklı ve dayanıklıdır, evciller hazır beslenip bütün gün kafeste dururken, yaban tavşanı tam bir atlet ve bir maraton koşucusu gibidir, çünkü doğa ona bu kabiliyeti (koşuculuğu) vermiş.  Tavşan yumuşak postunun altında kaslarla örgülüdür .Yetişkin tavşanın uzunluğu 70-75 cm., ağırlığı da 6 kg. kadar ulaşır.Bu hayvanın en belirgin uzvu kulaklarıdır 10-14 cm. kadar ulaşırlar ve gayet haraketlidirler. 

Kulaklar dıştan ince bir tüy, içten ise daha ince bir tüy örtüsü ile kaplıdır, taa ki sade deri kalana kadar . Kulak rengi tavşanın rengiyle aynidir, kış günleri biraz daha gri olur. Kafatası biraz uzun ve yanlardan hafif dar, gözler biraz büyük , biraz çıkık, kadın blüzunun düğmeleri gibi, ve biraz yanda bulunurlar.Göz rengi kahvarengi sarı, turuncumsu .Bazı araştırmacılara göre tavşanın gözleri, yan tarafını çok iyi görebilir, hareketli nesneleri de iyi görebilir, hatta hava kararırken de iyi görür ama tam direkt, önünü pek iyi göremezİşitme duyusu mükemmeldir .Tavşanda, sanki bunun bilincinde, sık, sık, durur ve seslenir.Böyle zamanlarda kafasını kaldırır, kulakları diker ve donup kalır. Çok endişeliyse arka ayak üzerine kalkar ve yüksekten dinler, kafasını çevirir 

Tavşanın mükemmel kulakları sadece ses algılamak için değil, ayni zamanda Afrika filinin kulaklarının görevini de yaparlar.Kulaklar kılcal damarlarla donatılmıştır ve çok şıcak havalarda onları hafif dik tutar.Böylelikle kulaklar, araba radyatörünün gördüğü görevi görürler.Çok hızlı koşarken de kulaklar ayni görevi görürler, tavşanı, hararet yapmaktan korurlar.Ön ayakalrı arkalara göre, kısa ve patilerinde 5 (parmak) vardır, arka ayaklarında ise 4 (parmak) vardır, ön ayak izleri arkalardan 3-4 kat daha küçüktür . Koşma esnasında tavşanın güçlü arka ayakları ön ayakların önüne geçip büyük bir güçle onun ileri zıplatabiliyor.Tavşan mükemel bir hızla koşabilir, bu hız saatte 60-70 km. kadar çıkabilir. Genelde sırt rengi grı ve ya kahverengi sarıdır.



Tüy altta gridir ve ucuna dogru sararır gibi.En alttaki tüy gridir.Karın altı beyaz ve ya kirşi beyazdır.  Yaz günlerinde rengi daha çok kurumuş otlara benzeyip daha sarıya bakar, kış günlerinde ise daha gridir.Tavşanlar senede iki kez tüy değiştirir, ilkbaharda ve sonbaharda. Kuyruğu çok kısadır -10cm. altında, puftur, üstten siyah, alttan beyazdır.  Yaban tavşanı poligamdır .Çiftleşme zamanında büyük gruplarda toplanırlar ve erkekler, aralarında acımasız savaşlar verirler dişiler için .Arka ayak üzerine kalkıp biri birine patilerinle ve tırnaklarıyla vurarlar, bu çekişmelerde ağır yaralı ve ya ölü olmaz. Tavşanlar , çftleşmeden, 45-48 gün sonra doğururlar , yavrular doğar doğmaz, koşabilir, işitirler, buna karşın, evcil tavşanlar doğar doğmaz duymaz görmez, koşamaz.  Yaban tavşanı senede dört kereye kadar yavrulayabilir, bir seferde 2-3 ve ya 3-5 bazen daha da fazla yavrularlar.Yumuşak kış aylarında, çiftleşme maratonu ocak ortasında dahi başlayabilir. 

Yavrular çok dikkatlidirler.Gün boyu, içgüdüsel olarak yatarlar ve kıpırdamazlar, böylelikle yırtıcı hayvanlar onları daha zor bulabilirler.

Çabuk büyürler ve 6- aydan sonra çiftleşmeye hazırdırlar. Böylelikle bu hayvan hayatta kalabiliyor, çok düşmanı olmasına rağmen. Yaban tavşanı bu gün bütün Avrupa kıtasında bulunur, kuzeyde taa kutuplara kadar bulunur. Güneyde, Kuzey Afrikaya kadar bulunurlar.Asya Kıtasında Kazakistana kadar bulunurlar.  Tavşan akşamları aktiftir,sabaha karşı yatar ve bütün gün dinlenir.Bu gizlenmeler tavşanlar için olağandır ve onların yaşama şansını büyük ölçüde artırır.Yatağı birkaç santimetre derin olmasına rağmen, tavşan orada çok iyi gizlenir.Kedi gibi kendini bu çukura bırakır, bu (akıllının) kulakları sırtına dogru yaslıdır ve sadece tehlike anında onları diker.Bu pozisyonda ayakları altına topludur ve onu bu şekildeyken, kopoy bile kokusunu zor alır. Sırtı gri sarı ve yapraklarla güzel birleştiği için, yırtıcı kuşlardan da korunabiliyorlar Tavşan yalnız yaşar ve bölgeyi çok iyi tanır,bu bölgede birkaç tane yatak yapar ve tehlike anında ondan, onda değişir  Yağmurlu havalarda tavşanlar ormana ve ya çalılıklar arasına saklanırlar, orada kuruluğa yatarlar ve yağmurun dinmesini beklerler, ondan sonra eski yerlerine dönerler. Yaban tavşanı vejetaryandır .Onun yiyecek mönüsünde otlar, yonca ve yeni bitmiş buğday vardır.Yulafa , yere düşmüş meyvelere baylırlar.Akşamları tavşan yemek bulmak için, belirlenmiş patikaları kullanır , sabah geri dönüşte ayni yolu kullanır ama yatmadan önce birkaç var gel yapar ki, onu izleyenler olursa onu bulamasın. Yeterince taze ot bulamazsa tavşan yaprak, taze filiz ve çalılıklardan da otlayabilir.Kış aylarında ağaç kabuklarını da kemirirler, hayatta kalabilmek için

Tavşanın her yerde bulunduğu için onun yatacağı yeri kestirmek zor, yine de tarlada yatacağı yerler, otlu, rüzgar almayan, küçük çalılıklar, ekili bağ araları, gibi yerlerde onu bulabiliriz.  Yaban tavşanı yaban besin tablosunda neyazık ki en altta yer alıyor.Havadan onun düşmanları baykuşlar, atmacalar, doğanlar ve şahinler.Karadan ,kurtlar genelde kış aylarında karın çok olduğunda onları rahatlıkla yakalayabilirler, tilkiler, çakallar, yaban kedileri ve porsuklar. Bir yaban tavşan yavrusu eğer sağ kalır ve onu bir yırtıcı hayvan parçalamaz, bir avcı vurmaz,bir biçerdöver onu yutmaz ise bu tavşan 10 yaşına kadar yaşayabilir ama bu olasılık binde birdir .