6 Kasım 2008 Perşembe

LÜFER AVCILIĞI




Lüfer, çinekop, sarıkanat, kofana olarak bilinen balıkların ortancasına verilen addır. Hemen herkesin bildiği gibi, bu balıklar aslında aynı balık olmakla birlikte büyüklüğüne göre adlandırılırlar. Bunlar hemen herkesin bildiği hususlardır.

Ben burada Lüferin huyunu tüyünü anlatmayı daha uygun görüyorum. Lüfer, denizlerde yaşayan en hırçın ve saldırgan balıklardan biridir. Sürü halinde gezer, ama bu durumda genelde birbirini kovalayan lüferlerden bahsedilebilir. Sürü davranışı diğer balıklardan farklı olarak topluca avlanma, avcıdan korunma değil, aslında nerdeyse birbirini yeme amacını güder. Saldırma dürtüsü, bilhassa parlak olan herşeyi parçalayıp yeme hırsını getirir. Kendi hemcinsleri de bu tarife uyar ve yakınındakine planladığı saldırı için onun istikametine yönelir. Bu esnada onun bir diğer lüfer olduğunu farkedip nispeten çekingen davranır. Kısacası, lüferlerin sürü halinde gezinmeleri, diğer balıklardan farklı bir strateji gereğidir.

Böylece biraraya gelen sürü tam anlamıyla gözü dönmüş bir canavar sürüsünü andırır. İlk fırsatta büyük olan küçük olanı parçalamaya meyillenir. Bu esnada ortada saldırmaya uygun başka bir şey görürlerse, ilk gören ona yönelirken, diğerleri ilk göreni belki gafil avlarız niyetiyle peşine takılır. Tam bir aranma davranışı ile peşinden gider ve sürü halinde saldırıya geçerler. Bu sayede yunuslar gibi iri balıkları bile püskürtebilirler. Bu ilginç sürü davranışı lüferin önce tek tük, sonra birden çok sayıda ortalıkta olmasını getirir. Yenebilir gibi duran bir şeyler ortamda azalınca, sürü orayı terkeder. Bu arada çoğu zaman, kendi hemcinslerinden bir kaçını da mideye indirmiş olurlar. Bu davranış nedeniyle, sürüleri yoğun değildir. Genelde seyrek bir sürü olurlar. Ayrıca lüfer büyüdükçe birbirine saldırma eğilimi pek azalmaz. Büyük bir balığın yanında küçük bir balık demektir bu, malum büyük balık küçüğü yer. Sonuçta sürüler büyüklüklerine göre gruplar haline gelir. İyice büyüyenleri ise yakın olmak hem av bulmayı güçleştirdiği hemde yem olma riski yüzünden gruplaşamaz. Bu, çinekoptan kofanaya doğru balık büyüdükçe sürülerin küçüleceği anlamına gelir. Sırtıkaralar ise çoğu halde tek başına gezerler. Doğal dürtü olarak kendi büyükleri ve iri balıklardan kaçarlar. Fakat bu kaçış esnasında bile saldırganlıklarından bir şey kaybetmezler. Önlerine çıkacak herhangi bir balık sürüsünün tek şansı, öndeki lüferler bir kaçı ile uğraşırken diğerlerinin bu öncü lüferlerin üzerine yürümesidir. Bu sebeple büyük palamut, istavrit vs. sürüleri lüfer saldırılarından bir kaç zayiatla kurtulabilir. Fakat, bazen lüferler bir şekilde sürünün tam karşısına çıkar. Bu durumda tam bir kıyım yaşanır. Lüfer, karnı doysa bile, önüne gelen diğerlerini parçalamaktan geri durmaz diye söylenir. Halbuki durum biraz daha farklıdır. Lüfer, yeme saldırır, bir ısırık koparıp yemden uzaklaşır. Eğer yenecek balık bolsa birer ısırık alınmış olan kurbanlar lüferin gerisinde kalanlar olacaktır. Elbet bu esnada kendi hemcinslerinden bir kısmıda tufaya gelir. Bilhassa kayıkla avlanırken birden ortalığa kavun kokusu gibi bir koku yayılır. Bazen bunu denizin yüzeyine çıkan balık kafaları takip eder. Bu, takımı değiştirip lüfer takımına dönmek gerektiğini gösterir. Zaten lüfer saldırısından hedefiniz olan palamut veya diğerlerinin orada kalması imkanı olmaz. Av sürüsü kadar kendi hemcinsleriyle de uğraşmayı sevdikleri için, lüfer sürüsü uzun bir süre altınızda kalacaktır. Lüfer, denizlerimizde yaşayan en hırçın saldırgan olarak, yakalaması en kolay olan balıklardan biridir.

Bir refleks olarak parlak olan herşeye saldırır. Fakat keskin dişler ve güçlü boyun kaslarına sahiptir. Bu sebeple yeminizi tek ısırıkta koparıp gidebilir. Ayrıca, bir şekilde iğneye denk geldiği anda, kaçmayı düşünmez. Tersine misinaya doğru ilerler. Bu durumda çoğu zaman misinayı kesip oradan uzaklaşır. Bu davranışları, diğer balıkların aksine lüferlerin, ilk vurma anından sonra oltada pek fazla hissedilmemesine sebep olur. Eğer tipik bir misina kullanıyorsanız, hızla çekerek kesmesini engellemeniz gerekir. Tipik olta avından farkı buradadır. Lüfer, bilhassa sonbahar/kış döneminde göçe başlar ve atlantiğe kadar yayılır. Bu esnada yağlanmış olur. Baharda bir kısmı geri dönmeye başlar. Geri dönen balıklar daha yağsız olur. Bu nedenle yemek için kış başlangıcındaki lüferler tercih edilir. Lüfer yakalandıktan sonra hızla besin değerini kaybetmeye başlar. Hava sıcaklığına bağlı olsa da, 3-4 saatten sonra lezzeti kaybolur. Bu yüzden mümkün olduğunca taze yenmelidir. Yazın tutulan lüferler de ya canlı tutulmalı, yada derhal buza konmalıdır.

Bu halde, bilhassa çinekop boyunda olanları kışın gerçekten en lezzetli balıklardan birisi olur. Kendine özgü nefaseti, hafif balıksı kokusuyla yemeye doyum olmaz. Fakat, ağla tutulup 8-10 saat sonra satılan balıklar aynı lezzeti vermez. Lüfer gibi bazı yırtıcı balıkların önemli bir sorunları vardır. Bunlar, yedikleri balıktan aldıkları bazı zehirli civa bileşiklerini vücutlarında tutarak biriktirirler. Civametil de bunlardan biridir. Bu tür balıkları insanların yemesi halinde, bu bileşik insanda da birikir ve belli bir miktara ulaşınca etkilerini göstermeye başlar. Bu zehirin etkisi resmen delirme ile başlayan ve ölüme uzayan bir semptomu başlatır. Bu yüzden lüfer gibi yırtıcı balıkların takibi gerekir. Ülkemizdeki uygulama pek belli olmasada bazı ülkelerde bazı dönemlerde lüfer yenmemesi çağrıları yapılmıştır. Lüfer, bu açıdan en az riskli balıklardan birisidir. Genede ilgili kaynakları takip etmek faydalı olacaktır. Çinekop, bu açıdan hemen hemen zararsız denecek kadar az civaya sahiptir. Ama kofana gibi iri türler biraz tedirginlik yaratabilir. Lüfer'in dünya çapında ana üreme bölgelerinden biri Karadeniz'dir. Karadenizin diplerinde yaşam yok. Bu yüzden civa döngüsü pek işlemiyor. Böylece Karadeniz'den çıkan çinekopların civa taşıması pek ihtimal dahilinde değildir. Lüfer, düzenli göç alışkanlığına sahip değildir, Atlantik'te ABD'ye kadar ulaşabilir ama bir kaç yıl geri dönmeyebilir. Bu bölgedeki lüfer ve daha büyük türler bu açıdan belli ve bir kılıçbalığına göre daha az bir riske sahiptir. Bu, bilhassa ABD kaynaklı "Durun lüfer (bluefish) yemeyin" uyarılarında akılda tutmak gereken bir husus olacaktır. 2005 sonu itibarıyla, dünyanın hiç bir yerinde lüfer için benzer bir duyuru bulunmamaktadır. Sorun, bir öğün balık yemek değil, defaten yenen balığın vücüdundan alınan civanın birikmesidir. Bu sebeple konuyu büyütmek hiçte akıllıca olmasa da yapılacak uyarıları da dikkate almak faydalı olacaktır. Bu noktada, önemine istinaden, yılda bir-iki defadan fazla kılıçbalığı yemeyin. Köpekbalıklarından uzak durun. Tek öğünde yiyeceğiniz bir köpekbalığı, camgöz vs. sizi öldürmeye yetebilir. Köpekbalığı yediği için ölenlerin sayısı, köpekbalığı saldırısında ölenlerden çok fazladır ve sebebi civa bileşikleridir. Lüfer için kullanılacak takımların çok bir ekstra özelliği yoktur. Olması gereken tek koşul, takımın parlak olmasıdır. Sıklıkla kullanılan mantarlı takımlar, üzeri parlak bir kağıtla sarılmış mantara kısacık mesafeyle takılmış bir iğneden ibarettir. İğneye yem takılır, mantar öbür taraftan bedene bağlanır. Bu halde mantarı kaldıran suyun kaldrıma kuvvetiyle mantar bağlı olduğu yerden yukarı doğru yem gelecek şekilde suda kalır. Bu mantarın iki görevi vardır. Öncelikle parlaklığıyla balığı kendine çeker. Mantar ne kadar iyi ışıldıyorsa o kadar çekici olur. Lüfer bu parlaklığı görüp saldırıya geçince koku onu yeme yönlendirir. Yem yukarıda mantar altta dururken çoğu durumda lüfer yeme yukarıdan ani bir saldırı yapar ve iğneyi kapar.

Fakat bu anda diğer balıklar gibi kaçmaya değil, çekildiği yöne saldırmaya başlar. İşte mantarın kritik görevi burada ortaya çıkar. Lüfer mantardan yukarıya erişemez. İğne ile mantar arasında mümkün olan en kısa mesafe sağlanır ki, lüfer mantarın dibinden misinayı kesemesin. Mantarı dişleyen ama esnekliği yüzünden diş geçiremeyen lüfer gene uğraşır, yukarı çıkmaya çalışır. Tipik misinalarda bu durumda önce sert ve tek yada bir kaç kısa darbeli vuruş hissedilir ve arkası kesilir. Sanki oltada av yokmuş, kalmamış gibi bir izlenim bırakır.Çünkü lüfer kösteğin boşluğunu almış onu kesmeye çalışmaktadır.

Eğer dyneema gibi bir misina kullanmışsanız, bu halde bile oluşan titreşimler kamışa yansıyacaktır. Fakat, diğer balıklarda olduğu gibi titreme değilde, tek ve seyrek vuruşlar gözlersiniz. Ayrıca darbeler çok zayıftır, sanki bir kıraça yakalanmış gibi olacaktır. Çekerkende çoğu durumda pek ağırlık hissetmezsiniz.

Çünkü lüfer kaçmaya değil çektiğiniz yöne saldırmaya çalışır. Tipik misinalarda ilk andaki darbenin ötesi kolay kolay hissedilmez. İğneye yem olarak bütün veya yaprak kesilmiş canlı yemler takılır. Koku etkisini artırmak üzere hamsi iyi bir tercih olacaktır. Çoğu zaman, ilk iğneye hırsız olarak tabir edilen bir ikinci ve üçüncü iğne bağlanır. İğnelerin rengi vs. pek kritik değildir. Lüfer, bunları çoğu durumda hemen hemen hiç önemsemez. Misinanızın kalınlığı gibi hususlar lüferi pek ilgilendirmez.

Özellikle parlak bir şeyler önündeyse, lüfer saldırmaktan kendini alamaz. Bu amaçla, parlatılmış zokalı takımlar vb. hepsi gayet verimli olur. Sürü ile gezen bir balık olduğu için, çapari ile de avlanabilir. Dahası saldırmayı sevdiği için yakalanması kolay olur. Kaşık veya benzeri yöntemlerle de avlanabilir. Yapay yem kullanılacaksa, parlak olması yeter ve şart koşul olur. Bu açıdan kaşık gerçekten idealdir. Pek bilinmeyen bir lüfer takımı ise, lüferin istisnasız dayanamadığı, parlak kollu ahtapot benzeri "jig" lerdir. Bunları bir sürü parlak kolu olan, bu kolların içine de bir kaç iğne saklanmış bir tür ahtapota benzetebiliriz. Evde yapımları kolaydır. Parlak yılbaşı süsleri gibi şeritler bir demet haline getirilir. Bir yüksük veya boru içine tercihan dyneema veya olmazsa çelik telden bir bağla iğneler ortaya bağlanır. İgnenin yüksük tarafına gelen parçası, yüksükten çıkarılıp oltaya/bedene bağlamak için kullanılır. İğneden öbür tarafta artan ip uygun bir boyda, şeritlerden 3-4 santim uzun olacak şekilde bırakılır. İğnelerin etrafına parlak şeritler geçirilip boru veya yüksüğe doldurulur. Sıcak silikonla sabitlenir. Yüksük parlak bir şey değilse, hologramlı kağıtla vs. parlaklaştırılır.

Uzun bırakılan iğne ipinin şeritlerin bittiği yerden bir iki santim altına bir kaç kıstırma kurşun eklenir, artan ip kesilir. Şeritlerin ucundan yüksük veya boru parçasına kadar 3-10 cm, toplam boy ise 3-15 cm olabilir. İdeal boylar, 6-12 cm şerit, 3-5 cm boru şeklinde olabilir. Çinekop için boyut daha küçük, 3 cm yüksük/boru 6-8 cm şeritler, kofana için 20 cm, 6 cm boru/yüksük, 14-16 cm şeritler tavsiye edilebilir. Boru çapı 1.5-3 cm kadar olabilir. Bu takım kullanılırken, önce bir miktar yukarıya çekilir, ardından serbest bırakılır. Bu durumda kurşunlar yüksüğü yukarıda tutar ve dibe doğru çeker. Şeritler ise suda etek gibi açılarak parıldarlar. Elbet lüferin ne düşündüğünü bilemeyiz ama, bu yeme hiç dayanamadıklarını defaten tecrübe etmiş haldeyim. Lüferi yaklamak için böyle yemler icat etmeye gerek var mıdır? Hayır, lüfer parlak olan hemen her şeye saldırır. Sigara izmatine bile saldırdığı olur. Derinliği 5-6 metreyi aşan hemen heryerde, yüzeyden dibin bir metre filan üstüne kadar her yükseklikte olabilir. Sürü halinde gezer, yakaladığınız çinekopu sizden önce bir diğeri ele geçirebilir, elinizde çinekopun sadece kafası kalabilir.

Bu lüferi hangi derinlikte arayacağınızı kestirmenizin zor olduğunun iyi bir örneğidir. Bilhassa parlak simli bir Alabalık Fly takımı ile dahi verimli av yapılabilir. İrice, parlak bir çıplak iğne bile çoğu zaman yeterli olabilir. Parlak olması şartını sağlayan herşey, lüfere denk gelince iş yapacaktır. Bunun yanında çeşitli canlı/ölü yemlerde iyi iş görür.

Fakat, tipik istavrit benzeri çapariler, midye/kurt/karidesle yemlenmiş üç köstekliler vs. gibi takımlar pek verimli olmaz. Yakınınızdakiler veya siz bir şekilde lüfere denk gelirseniz, yem balığınızın veya çaparideki istavritin yarım çıkması, suyun yüzeyinde balık kafaları belirmesi, kavun kokusuna benzer bir koku yayılması gibi işaretleri değerlendirirseniz, lüfer takımlarını çıkarmanın vakti gelmiştir. Unutmayın, takımın şöyle başparmak kadar parlak bir şeye sahip olması yetecektir. Üç kösteklinin iğnelerin bağlandığı yer dahil olmak üzere misinasına parlak sigara kağıdı sarın. Oldu size bir lüfer takımı, bir hayli idare edecektir. Çoğu durumda çekip salma yaparak yem filan takmadan bu iş yapacaktır. Sorun, bir kaç (genelde ilk) lüfer saldırısında kağıdın (bazende takımın) parçalanacak olmasıdır. Lüferin lüfer takımı diye bilinen mantarlı takım dışında yaygın kullanılan takımları zokalar ve kaşıklardır. Zokalar büyüklükleri ve türlerine göre sarmısak, fındık zoka gibi isimler alırlar. Temelde bir iğnenin baş tarafına dökülmüş kurşundan ibarettirler. Bu kurşun parlak olursa çok dikkat çeker ama tuzlu suda kurşun parlak kalamaz. Bu yüzden civa ile zoka parlatılır. Antik balık tekniklerine meraklı iseniz bu güzel bir faaliyettir. Civa bir tuzluğa konur. Tuzluğun ağzına güderi gerilir ve iğneyle bir kaç delik açılır. Tıpkı tuz döker gibi zokaya civa dökülür ve güderi ile sıvanır. Ama? Amaları çoktur. Civa pek yakın olmamak gereken ağır metallerden biridir. Evde bulunması çocuklar için iyi olmayabilir. Denize karışması da iyi değildir. Ha, çok mu kötüdür, civa kullananları kötü adam mı ilan edelim. Hayır, kesinlikle. Ama 2000 li yıllarda Civadan daha iyi ve daha az zararlı tercihlerde mevcut. Ben zokaları civaya boğmaktansa, üzerlerini hologramla kaplamayı tercih ediyorum. Bunun pırıltısı daha hoş görünüyor ve civadan daha parlak. Üstelik riskleri de yok. Ama uğraştırıyor bu da eksisi. Zoka yem olarak kullanılacak balık yaprak veya bütün olarak takılıp kullanılır. İyi bir yöntem zokaya bir kaç hırsız bağlamaktır. Bu hırsızlar daha küçük iğnelerden seçilir. Hırsızlar ve asıl zoka iğnesi balığın solungaçlarından geçirilir. Balık canlı ise, sadece hırsızlar balığın kuyruk ve sırtına saplanır. Böylece uzun süre canlı kalır. Balık ölü ise zoka iğneside saplanabilir.

Ardından yumuşak bir hareketle kıyıdan biraz açığa fırlatılır. Lüfer vurunca gene misinaya saldıracaktır. Demek ki, uyanık durmak gerekmektedir. Hemen ve olabildiğince hızla olta toplanmalıdır. Bir diğer lüfer takımı ise kaşıklardır demiştik. Kaşıklar kaşık şeklinde parlak metallerdir. Bunlar lüfer ve turna gibi yırtıcılar için gözde av araçlarıdır. Kaşık oltanın ucuna bağlanır. Suya atılır ve dibe oturmasına fırsat vermeden hızlıca çekilir. Yırtıcı balık bunu ne sanır bilemeyiz ama etkili bir şekilde bu taktik onu kendine çeker. Ama akıntı yüksekse veya kaşığı daha ileri atmaya çalışıyorsanız, oltanın ucuna bir kurşun takmalısınız. Aksi halde akıntı hızla kaşığı istenmeyen yerlere götürür, atışınız aşırı sürtünme nedeniyle kısa düşer. Bu kurşunun diğer tarafına bir iki kulaç kadar misina ile kaşık bağlanır. Atarken ne olur? kurşun önden gider ve ardından gelen kaşık üzerine gelir. Sonuçta karışır.

Bu yüzden özel bir yapı kullanılır. Kurşunun ortasından bir karış kadar uzunlukta sert ve ince bir çubuk geçirilir. Kurşun bu çubuğun bir ucunda olur. Diğer uca misina ve kaşık bağlanır. Bu durumda misinayı geriye tutan çubuk dolaşmayı engeller. Oltaya önce kurşun tarafı takılır. Bu takıma seyirtme deniyor sanırım. Son günlerde kurşun yerine plastik bir ağırlıkta kullanılabiliyor. Bu tür bir ağırlık yavaşça batacağı için biraz daha hassas kullanıma imkan sağlıyor. Ama özellikle akıntılı ve derin sularda ki lüfer için tercih edilen sulardır pek bir işe yaramazlar.

Buna rağmen, kıyıya yakın, az akıntılı yerlerde başka türler için iyi olabilecektir. Kaşığın kullanımında pek bir ekstra yoktur. Kolunuza kuvvet dileyerek hızla çekmeniz gerekir. Eğer başlangıçta çok hızlı çekerseniz bir süre sonra yorulursunuz. Bu yüzden ortalama bir ritimle hızlıca çekmeye başlayın. Aynı ritmi korumaya çalışın. Kaşığı fırlattıktan sonra hemen çekmeye başlarsanız, kaşık yüzeyi yalayarak gelir. Ne kadar beklerseniz o kadar dipten gelir.

Ama siz yüksektesiniz. Demekki kaşık dipten yüzeye doğru gelecektir. Su derin ve kıyı dik ise, arada biraz duraklayın, kaşık biraz daha dibe insin. Bu mutlak iyi değildir. Eğer aklınızdan balığın daha dipte olduğu geçiyorsa sarmayı durdurmanız kaşığın dibe inmesini sağlayacaktır. Ama kaşıklardaki üçlü iğneler takılacak yer arar. Eğer dibe inerse büyük ihtimalle takılır ve orada kalır. Bu hususu unutan pek çokları denizlere pek çok kaşığı bırakıp dönmüştür.

Kaşık yerine silikon yem olmaz mı? Olur elbette. Ama yemin parlak olması tercih sebebidir. Diğer yandan ülkemizde rapala olarak bilinen suni yemlerde son derece iyi olur. Bunları lüfer için kullanacaksak, parlak renkli olanları tercih etmek gerekir. Rengarenk olması, yeşil olması, kırmızı olması lüfer için iyi bir cazibe sağlamaz. Bunun yerine hologram desenli gümüş rengi gibi olanlar daha iyi olacaktır. Testiden su içtiğimiz eski güzel günlerde böyle şeylerimiz yoktu. Parlak tüyler takardı o devrin ustaları.Konu lüfer ise taktığınız şey pek kritik değildir. Canlı yem, taze yem, doğal yem, şekli balığa benzeyen (ince uzun) parlak şeyler, şekli balığa benzeyen diğer şeyler... Olmadıysa sigara kağıdı hatta izmariti. Bunların hepsi lüfer sürüsü oradaysa size mangala yetecek balığı getirebilecek potansiyel yemlerdir. Lüferler doğru misina ve sağlam iğne ile avı en kolay olan balıklardandır.Tek kötü tarafı yayılma huyları olmayışıdır.

Boyuna gezinirler. Sürüye denk geldiğinizde livarlarınız dolar. Sürü geçince de en iyisi oturup biraz takım yapmaktır. Çünkü geçtikleri yerde başka balık bırakmazlar. Ya yerler, yada kaçırırlar her bir şeyi. Lüfer ve diğer balıkların birlikte yakalanabilecekleri yerler, lüferden sonra ava devam edebileceğiniz yerler çok azdır. Örneğin haliç, örneğin boğaz kıyıları gibi. Burası balıkların göç yolunda olduğu için lüferler gelince lüfer avlarsınız. Onlar önce istavritleri vs. size doğru sürerler. Sonra kendileri gelirler.

Daha sonra başka bir yere gider, oradaki balıkları kaçırırlar, onlarda gene sizin olduğunuz yere gelir. Kısacası, lüfer mevsiminde boğazda tam bir balıkçı cenneti oluşur. Gönül isterdi ki balık nüfusu eski günlerdeki gibi olsun. Ama gerek inadına soykırım yapar gibi avlananlar, gerekse kirlilik ve ihmal edilen doğal hayat yüzünden artık öyle bol balık kalmadı. Tüm yırtıcı balıklar gibi lüferlerinde koku alma duyuları çok gelişmiştir.

Özellikle geceleri avlarını kokularıyla bulurlar. Bu yüzden daha yağlı ve kokulu olan yemleri tercih etmek gerekir. Fakat, balık yağının temel özelliği, balık öldükten sonra hızla bozulmaya, niteliğini kaybetmeye başlamasıdır. Böylece yem olarak kullanılan balık ne kadar tazeyse, o kadar fazla lüfer çekici olacaktır. En fazla olanı ise, tamamen canlı olan yemlerdir. Hamsi, istavrite göre daha kokulu olup yaprak gibi yemlerde daha avantajlıdır. Ama tekrar edelim, yem mümkün olduğunca taze olmalıdır. Lüfer neslinin yeme tam ortasından saldırdığı dikkate alınmalıdır. Diğer pek çok balık, hedefine bir başından saldırır ve bütün olarak yutar. Lüfer ise tam ortasına, bilhassa başının altına saldırıp buradan ağzı büyüklüğünde bir parçayı koparıp alır, avının başını yemez. Eğer yemin üzerinde göze benzetecek bir yer varsa, bunun uçlardan birine yakın olması gerekir. Kaşığın delikleri iyi bir göz intibası verir. Lüferde bu yüzden kaşığın ortasına vurur. Kaşığı ısıramayınca büyük ihtimalle sen kimsin ki bana direniyorsun diyerek bazen uğraşmaya başlar. Kaşığı çekince ucundaki igneye denk gelip ısırır veya kaçan kaşığın ardından hamle yapar. Bu nedenle yakalanma ihtimalini artırmak için kaşığın veya benzeri suni yemin (rapala) ortasında bir iğne olması faydalı olur. Yüzeyden çekilen rapalalarda lüferin gelip rapala ile güreş tuttuğunu görmek ayrı bir zevktir. Pek çok balık, rapalanın ardında bir süre gezer, üzerine atlar. Yakalayamazsa, yakalanmazsa geri çekilir. Lüfer ise, diş geçiremediği için iyice dellenir. İllada ısıracağım diye inatla uğraşır.

Altından, üstünden, önünden defalarca saldırdığı olur. En sonunda ya bir tarafını iğnelere dalatır, yada iğneyi ısırır. Bu nedenle, genelde acemilerin çabuk heyecanlanması, rapalayı ısıran balığın hareketini, tasmalamaya işaret sayması gibi sebepler yüzünden av başarılı olmaz. Sakin olun, aynı şekilde çekmeye devam edin. Boşluk vermeyin asla. Yakaladığınızı düşünmeyin, kaçırdığınızıda düşünmeyin. Neticeyi rapalayı/kaşığı sudan çıkarırken görebilirsiniz ancak. Lüferin kıyıya kadar kaşıkla uğraşa uğraşa geldiği çok olur. Tam kıyıya bir an kala yakalanır çoğu zaman. Yemli takım ve zokalarda da aynı sorun görülür. Lüfer yemin bir tarafını yer. İğnenin biri boşta kalır. Parlak iğne ise, onu da yemeye çalışır.

Ama zokanın parlak kısmı daha hoşuna gider, ona saldırır. Sonuçta, vuruşları iyi yorumlayıp balığın iğneyi kaptığını anlamanız gerekir. Lüfer, yem seçmeyen, misinadan daha az ürken ender bir balıktır. Ama yemi parçalamaya, parçaları da yemeye uğraştığı için, iğneyi damağına oturtmak biraz ustalık ister. Aceleci olmayın. Lüfer tam olarak çekince, iğneyi kapmış demektir. Hemen sarın. Boşsa, zaten yeminiz gitti. Takımda pek bir varlık hissetmezsiniz. Ancak kaşıkla vs. belli bir ağırlık duyarsınız. Takımdaki ağırlık azalmayacak şekilde hızla, hiç boşluk vermeden çekin. Bir anlık boşluğunuzda kafayı atıp kurtulabilir, misinanızı kolayca kesip kendini kurtarabilir. Bilhassa, sudan çıktıktan sonra, hızla emniyetli bir yere alın. Yoksa, en hafif boşlukta kendini kurtaracaktır. Üçlü iğneyle (kaşık vs.) yakalayacağınız çoğu lüfer, kovanın kenarında, yere hafif dokununca vs. oluşan hafif boşlukta derhal iğneden kurtuluverir. Lüfer tutmanın baş koşulu, budur.

Boşluk vermeden, kovaya kadar balığı çekmek. Lüferin dişleri küçük görünebilir ama sıradan misinaları, tipik silikon yemleri vs. kolayca kesebilir. Hatta, yakaladıktan sonra parmağınızı da iyi kesebilir. Bu yüzden iğneden çıkarırken dikkatli olun. Ayrıca, takımları bilhassa fused dyneema ile hazırlamaya çalışın. Lüfer karşısında fused dyneema genelde kazanan taraf olur. Dyneema ile hazırlanmış takımlarla lüfer yakalama şansı daha yüksektir. Lüfer takımları, kendi başına ayrı bir ihtisas konusu sayılabilir. Sahte türleri için sorun yoktur. Silikon basit balıklar, lüfere dayanmaz, paralanır gider.

Silikon kurtlar ise pek az ilgi çeker. Ahtapot, kalamar şeklindeki silikonlar lüfer için bir hayli etkilidir. Rapala ve kaşıklar ise son derece etkilidirler, hemen her tür ve renkte.. kısaca sahte seçimi sorun olmaz. Ama yemli takımlar söz konusu olunca, takım yapma ve donatma tam bir sanat halini alır. Zoka dersiniz, zamanında gümüşten dökülen zokalar akla gelir hemen.. Çelik tel üzerine maharetle lehimlenmiş iğnelerden mütevellit takımlar, iğnenin gözü açılıp fırdöndüye takılmalar.

Hiç yorum yok: